28 Kasım 2010

Ruanda ( Söyleşi - Hürriyet Gazetesi Tatil eki / 29 Mart 2010 )


 2009, Ağustos


- Bugün bize antatacağınız Ruanda, dünyanın neresinde kalıyor?
Ruanda Afrika kıtasında ekvatorun biraz güneyine düşen küçük bir ülke. Haritada görmekte güçlük bile çekebilirsiniz.  Zaire, Uganda ve Tanzanya gibi daha büyük yüzölçümlü ülkelerle çevrilmiş, çevreciliğini koruyan ve ülkeye naylon poşet sokmayı yasaklayan bir ülke.
- Ruanda'ya gitmeye nasıl ve neden karar verdiniz?
Aslında oldukça büyük bir rastlantı oldu diyebilirim. Bir Cumartesi sabahı fotoğraf çekmek için Beyoğlu’na gitmiştim. Asmalı Mescit’de kahvaltı etmeye karar verip cafe lerden birine oturduğumda senelerdir görmediğim bir kız arkadaşım ile karşılaştım. Birlikte kahvaltı ettik ve birbirimize yaptığımız seyahatleri anlattık. Çok keyifli bir kahvaltı olmuştu. Ayrılırken de birbirimize e-mail adreslerimizi vermeyi ihmal etmemiştik. Aradan bir süre geçmişti ki ondan bir e-mail aldım.  Şöyle diyordu ‘’ Ruanda’ya, gümüş sırtlı goril safarisine gelmek ister misin? ‘’.  Sanıyorum ‘’ evet ‘’ demeden önce sadece birkaç dakika düşündüm. Yolculuk küçük bir grupla yapılacaktı. Ruanda,  soyları tükenmekte olan gümüş sırtlı gorilleri görebileceğiniz nadir yerlerden biridir. Bu gorilleri hayvanat bahçelerinde görmeniz mümkün değil. Çünkü esaret altında yaşayamıyorlar. Kafese koyduğunuzda hayata küsüyorlar ve sonunda da ölüyorlar. Onları görebilmek için yaşadıkları bambu ormanlarına gitmeniz gerekiyor. Bunun için de özel izin almalısınız. İzinlerimiz, arkadaşımın Güney Afrika’da yaşayan ve Afrika kıtasında özel turlar yapan bir arkadaşı tarafından alındı. Bu gorillerle yaklaşık 2 saat geçirmek için 500 USD ödemeniz gerekiyor ve şu an dünyadaki en popüler hayvan safarilerinden biri. Ruanda’ya gitme amacımız kısaca gümüş sırtlı dağ gorillerini görmekti.
- Ruanda'ya nasıl gittiniz, nerede ve ne kadar kaldınız?
Türkiye’den Ruanda’ya direkt uçuş yok. 3 kız önce Türk Hava Yolları ile Kenya’nın başkenti Nairobi’ye uçtuk. Uçuş yaklaşık 6 saat sürüyor. Gece geç saatlerde Nairobi’ye indik. O geceyi bir otelde geçirdik. Şehri görmek için zamanımız olmadı ne yazık ki. Ertesi sabah Kenya Havayolları ile Ruanda’nın başkenti Kigali’ye uçtuk. Uçuş yaklaşık 1,5 saat sürüyor. Kigali’de, bu yolculuğu planlayan arkadaşımız Sarper ve onun çalıştığı yerel acentanın şoförü Robert ile buluşacaktık. Oradan da kiraladığımız 4x4 jeep ile yola devam edecektik. Fakat Kigali’ye indiğimizde benim bavulum uçaktan çıkmadı. Başka birkaç yolcu da benimle aynı durumdaydı. Öğrendik ki bu olağan bir durummuş. Kayıp eşya bürosunda form doldurmak için yaklaşık 2,5 saat kadar bekledim. Sonradan Sarper’den öğrendiğimize göre Afrika kıtasında sistem yavaş işlermiş ve insanların acelesi yokmuş. Moralim bozulmuştu. Bavulumun bir sonraki uçaktan çıkıp çıkmayacağı belli değildi. Giysilerime kavuşabilmemin 3 gün sürebileceğini söylüyorlardı ki nitekim öyle oldu.
Havaalanından ayrılıp Kigali’de 1 gece kalacağımız otelimize yerleştik.  İlk durağımız soykırım müzesiydi. 
1994 yılında Ruanda’da Hutularla Tutsiler arasında yaşanan iç savaşta 100 gün içinde yüz binlerce Tutsi öldürülmüş. Müze çok sayıda cesedin çıkarıldığı toplu mezarların bulunduğu bir noktada kurulmuş. Rehberimiz bize, bugün bile hala toplu mezarların ortaya çıkarıldığını söyledi. Müzede mezarlardan çıkarılan cesetlerin kafataslarını, kemiklerini, ölmeden önce çekilmiş fotoğraflarını ve bu insanların soykırımdan önceki hayatlarının anlatıldığı videoları görmek mümkün. Müzeyi buruk terk ettik. Daha sonra şoförümüz Robert bizi , yerel eşyalar alabileceğimiz bir pazara götürdü. Yoğun bir alışverişten sonra akşam yemeği için yerel bir restauranta gittik. Ruanda’da en çok yenen şey muz. Muz kızartması da oldukça lezizdi.
Ertesi sabah saat 04:30 da yola çıkıp dağlara doğru yol aldık. Henüz hava aydınlanmamıştı. Fakat yol kenarlarında yürüyen kadınlar, adamlar ve çocuklar görüyorduk. Kafalarının üzerlerinde sepetler taşıyorlardı. Robert bize pazarda satmak üzere sebze ve meyve taşıdıklarını söyledi.
Goril ve maymunları göreceğimiz Volcanoes Ulusal Parkına yolculuğumuz jeep ile 2 saat sürdü. Oraya vardığımızda pek çok ülkeden gelmiş 100 kadar ziyaretçi ile karşılaştık. Gümüş sırtlı gorillerden önce ilk Altın Maymunları (Golden Monkey) görecektik. Park görevlileri bizi gruplara ayırdılar. Bize maymunlar hakkında bilgi verdiler. Daha sonra da 10 ar kişilik gruplar halinde bambu ormanına girdik. Altın Maymunlar oldukça küçük, aceleci ve enerjik hayvanlar. Bambu ağaçlarının üzerinde yaşıyorlar ve çok nadir yere iniyorlar. Akılları fikirleri beslenmek ve oyun oynamak. Çok hızlı hareket ettikleri ve yere de inmedikleri için çok net fotoğraflarını çekemedik.  
Daha sonra Robert bizi yerel intore dansçılarını izleyebileceğimiz, yerli halkın eskiden nasıl yaşadığını temsilen kurulmuş örnek bir köye götürdü.  Eskiden kabile reisinin sosyal hayatı düzenlemede oldukça önemli bir rolü varmış. Ama Ruanda’da insanlar kabile olarak yaşamıyorlar artık. Yaşlı bir şifacıdan otlarla nasıl ilaç hazırlandığını öğrendik. Son olarak da geleneksel intore dansçılarını seyrettik. Çok hareketli ve ritmik bir dans. Ben de kalkıp onlara eşlik ettim. Ama sadece 5 dakika kadar zıpladıktan sonra nefesim tükenmişti.
Sonraki durağımız Burera ve Ruhondo ikiz gölleri oldu. Görülmeye değer güzel bir manzara ile karşı karşıyaydık. Bu gölleri tepeden gören bir noktada kurulmuş lüks bir lodge da kahvelerimizi içtik. Ruanda da kahvesi ile ünlü bir Afrika ülkesi. Maraba Bourbon  u mutlaka denemelisiniz.
Ertesi sabah gümüş sırtlı dağ gorillerini görebilmek üzere sabah saat 06:00 sularında kaldığımız dağ lodge unu terk ettik. Tekrar Volcanoes Ulusal parkının toplanma alanına geldik.  Hepimiz çok heyecanlıydık. Korucular  pek çok milletten yüzlerce ziyaretçiyi gruplara ayırdılar. Gorillerin yaşayışları ve onların yanındayken uymamız gereken kurallarla ilgili bilgiler aldık. Dağlarda yaşayan birden fazla goril ailesi var. Bizim ziyaret edeceğimiz goril ailesinin adı Sabyinyo.  Bu gorillerden dünyada sadece 750 tane kalmış. Hepsi Ruanda ve çevresindeki bambu ormanlarında yaşıyorlar. Koruma altındaki bu muhteşem hayvanların her birinin birer ismi var. Her yeni doğan bebeğe haziran ayında yapılan bir törenle ismi veriliyor. Ünlü etolojist Dian Fossey neredeyse tüm yetişkin hayatını bu gorilleri ve onların hayatlarını incelemeye adamış. Ve hayatını bu hayvanların korunması uğrunda feda etmiş. Dian Fossey’in bu mücadelesini anlatan bir de film var. Eğer Ruanda’ı ve bu hayvanları ziyaret etmek istiyorsanız mutlaka Sisteki Goriller filmini seyretmenizi tavsiye ederim. Tabi soykırımı anlatan Hotel Rwanda ile birlikte.     
- Orada başınızdan geçen ilginç bir anı oldu mu?
Başımdan geçen ilginç bir olay olmamasına rağmen, benim için muhteşem bir deneyim olan gorillerle geçirdiğim 1,5 – 2 saatten bahsetmek istiyorum.  Bizim grubumuzun lideri olan korucu komik bir adamdı.  Ziyaretçiler yürüyüşlerine başlamadan önce, ki bu yürüyüş genellikle 1 saatten fazla oluyor, öncü bir korucu grubu goril ailelerinin yerlerini tespit etmek için bambu ormanında iz sürmeye başlıyor. Goriller doğal yaşam alanlarında olduklarından sık sık yer değiştiriyorlar. Bu yüzden nerede olacaklarını önceden kestirmek güç. Bir süre açık arazide yürüdükten sonra bir duvarla çevrilmiş olan bambu ormanına giriyoruz. Ağaçlar sık olduğu için tek sıra halinde birbirimizin peşi sıra yola devam ediyoruz. Arada dinlenebilmemiz için komik korucumuz bizi bir düzlükte toplayıp goril taklidi yaparak onların nasıl beslendiklerini falan eğlenceli bir şekilde anlatıyor. Onun bu hallerine hem şaşırıyor hem de çok gülüyoruz. Yaklaşık 2 saat sonra telsizle yakınlarımızda bir goril ailesi olduğu haberi geliyor. Bir kamp noktasına çantalarımızı bıraktırıyorlar. Sadece fotoğraf makinelerimizi yanımıza almamıza izin veriliyor. Bu hayvanları ilk gördüğüm anı hiçbir zaman unutmayacağım. Devasa yaratıklar ve insan gibiler. Yanlarına 7 metreden daha fazla yaklaşmamız yasak. Fakat gorillerin bu yasaktan haberleri yok.   Kendi hallerinde günlük hayatlarını sürdürürken bazen bize birkaç metre yaklaştıkları da oluyor. O zaman korucu geri çekilmemiz için uyarıyor. Onları seyretmek hem şaşırtıcı hem de müthiş keyifli.


 Her ailenin bir reisi var. Bu reis gümüş sırtlı bir goril. Bunun anlamı şu; dağ gorillerinin sırtlarındaki tüyler 11 yaşını geçtiklerinde beyazlamaya başlıyor. Bu da onların belli bir olgunluğa eriştiğinin göstergesi. Sabyinyo ailesinin reisi olan gümüş sırtlı goril 220 kg ağırlığında 38 yaşında bir hayvan. Şu an yaşayan en büyük dağ goriliymiş. Reis nereye giderse aile de peşinden gidiyor. Gümüş sırtlının çevresinde birkaç tane eşi var. Aralarında bir de 9 aylık bebek göze çarpıyor. Hoplayıp zıplıyor, taklalar atıyor. Bazen makinelerimizden ürküp annesinin arkasına saklanıyor. Bizse elimizde fotoğraf makinelerimiz bu hayvanların etrafında adeta dans ediyoruz. Grup bir yerden başka yere hareket ediyor biz de peşlerinden. Çok sosyal ve zeki hayvanlar. Oyun oynamak, beslenmek ve çiftleşmek hayatlarının en önemli faaliyetleri. Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Korucular artık dönmemiz gerektiğini söylüyorlar. İstemeyerek Sabyinyo ailesini kendi yaşamlarına bırakıp, oradan ayrılıyoruz.


Buluşma noktasına geri döndüğümüzde sertifikalarımız ufak bir merasimle bize takdim ediliyor.
Goriller saldırgan hayvanlar değiller. Sadece onları kızdırmamak gerekiyor. Zaten korucular bunun olmaması için ellerinden geleni yapıyorlar. Hayvanları çok iyi tanıyorlar. Onlar gibi sesler çıkarabilme ve onları taklit etme yetenekleri var. Goriller de bu iletişim kurma çabalarına karşılık veriyorlar.
Ruanda’daki en son durağımız Kivu gölü. Kivu volkanik bir göl. Ruanda’nın zenginlerinin yazın gelmeyi tercih ettikleri bir bölge. Göl aynı zamanda Ruanda ile Kongo sınırında bulunuyor. Geçirdiğimiz heyecanlı ve yorucu birkaç günden sonra kumsalda ayaklarımızı uzatıp biralarımızı yudumluyoruz.

- Ruanda'da en çok hoşunuza giden şey ne oldu?
Ruanda başta da söylediğim gibi Afrika’da çok küçük bir ülke. Gitmeden önce büyüsüne kapılabileceğinizi hayal bile edemiyorsunuz. Fakat ülke içinde seyahat etmeye başladığınızda gördüğünüz manzaralar karşısında etkilenmemeniz mümkün değil. Öncelikle insanları çok güzel ve güler yüzlüler. Fotoğraf makinenizle yanlarına gidip de objektifinizi burunlarına kadar yaklaştırsanız bile size sadece gülüyorlar. Kesinlikle para talep etmiyorlar. Hatta bazı gençler işi abartıp komik pozlar bile veriyor. Bu insanların yıllar boyunca soykırımın acısını içlerinde taşımalarına rağmen nasıl bu denli güler yüzlü ve dostça olduklarını merak ediyorsunuz. Üstelik bu insanların içecek temiz suları, elektrikleri ve kapısı penceresi olan evleri de yok. Yol kenarlarında sarı bidonları ile su taşıyan çocukların görüntüleri hala gözlerimin önünde. Bir tanesi bile bize el sallamadan, selam vermeden geçip gitmek istemedi. Hiçbir şeyleri olmayan bu çocuklara şeker çikolata vermek isteyebilirsiniz. Ama bunu yapmamanız öneriliyor. Çünkü çoğu ne çikolata, ne de şeker tadı biliyorlar.

Ruanda’nın beni etkileyen bir diğer yanı da yemyeşil ve doğal olması. Her yer muz ağaçları ile kaplı. Yaşam basit olmasına rağmen temiz. Etrafta çöp göremiyorsunuz. Belki de atacak fazla şeyleri olmamasından kaynaklanıyordur.
-  Ruanda'ya gitmek isteyenlere önerileriniz neler?
Öncelikle bir Afrika ülkesine gittiğiniz için bazı sağlık şartlarına uymanız gerekiyor. Olmanız gereken aşılar sarı humma, menenjit, kolera, tetanoz, hepatit A ve B. Çocuk felci aşısı da olmanızı tavsiye ediyorlar. Biz Ruanda’da kaldığımız süre boyunca ve döndükten 1 hafta sonrasına kadar her gün 1 er adet de sıtma ilacı aldık. Yalnız sıtma ilacının çok fazla yan etkisi var. Yanınızda mutlaka sinek kovucu ilaç ve tabletlerden bulundurmayı da ihmal etmeyin.
Sağlık şartlarını yerine getirmek başta büyük külfetmiş gibi görünebilir. Fakat bir defa Afrika kıtasına ayak bastığınızda hepsine değdiğinin farkına varıyorsunuz.

24 Kasım 2010

Tarot

Tarotu ne zaman merak etmeye basladığımı hatırlamıyorum. Sanırım dine olan inancımı kaybettiğim dönemlerdi. Çünkü o zamana kadar tarotdan korkardım. Tarot falı baktırmak istemezdim. Kartların içinde tek bir kart ödümü patlatırdı. Ölüm kartı. Sanki o kart falımda çıkarsa, ki her seferinde çıkabileceğini düşünürdüm, bu benim yazgım olacaktı. Oysa ki zaten hepimizin eninde sonunda yazgısı bu değil mi ki?

Sonra dinin korkulu cennet ve cehennem söylemlerinden, cezalar ve yargılardan kurtulunca, tabi kafamın içinde, aslında tarot kartlarının yunan mitolojisinden gelen hikayeleri oldugunu fark ettim. Ve bu hikayeleri öğrenmek istedim. Önce internetten okumaya basladım. Okuduğum ilk kart ölüm kartı mıydı hatırlamıyorum. Ama okudukca öğrendim ki aslında olum kartının anlamı ölüm değildi.

Tarotda iki tip kart vardır. İlk tipe ''Major Arcana'' denir. Bu kartlar tarotun en onemli kartlarıdır. Çünkü hayatın önemli erdemlerini, dönüm noktalarını ve ahlak kurallarını yansıtırlar. Ölüm kartı da onlardan biridir. Çoğunlukla, hatta aslında hiçbir zaman ölümü anlatmaz. Kart okumasında çıktığında, hayatla ilgili önemli bir değişimi, sonlanma ya da yeni bir başlangıcı temsil eder. Her durumda insanın hayatının zorlanacağı bir dönemden geçeceğinin işaretidir. Işte o zaman, ne kadar güçlü olduğumuzu ve bu değişime nasıl uyum sağlayacağımızı göreceğiz demektir.

Yine de ölüm kartını sevmem. Nedeni artık ondan korkmam değil. Sadece insan, hayatında oluşabilecek önemli değişikliklere başta her zaman direnç göstermeye meyillidir. Alıştığımız şeyler, tanıdık ve güvenlidir. Rutinlerimiz bize hayatın hiç değişmeyeceğini, inişlerin olmayacağı gibi, aslında çıkışların da olmayacağını hatırlatır. Yani dümdüz bir çizgideyizdir.

Oysa hayatın kendisinde değişim hiçbir zaman durmaz. Mevsimler bunun en harika ve en yakın göstergesi olsa gerek. Bu değişime direnç gösterdiğim zamanlarda hep acı çekerim. İçimde birşeyler parçalanır ve kopar gibi hissederim. Ama öte yandan bilirim ki bir ''zaman'' sonra herşey daha güzel ve aydınlık olacak. Aynı yerde durmam mümkün değil derim kendi kendime.  İlker'in bir sözü vardır. ''Accept it with grace'' der her zaman... O en yakın arkadaşım. Anlamı ''erdemle kabul et''.  Karşı koyma, savaşma, sadece kabul et. Bu, her zaman o kadar kolay değil.

İşte o zaman resmin içine tarotun diğer kartı ''Hermit'' girer.
Hermit en sevdiğim kartlardan biridir tarotda. Ne güneştir, aydınlığı temsil eden, ne dünya ki, bu bütünlüğün temsilcisidir, ne de temperance gibi uyumun habercisidir.
''Hermit'' zamanın simgesidir. Benim için huzuru da temsil eder aynı zamanda. Bize, hiçbir şeyin ona verilen hayat sürecini aşamayacağını ve aynı kalamayacağını anlatır. Bu kartdan alınacak ders ancak yaş ve tecrübe ile gelir.

En onemlisi de ''Hermit'' den alınacak dersin hiçbir zaman mücadele ya da zafer ile kazanılamayacağıdır. Kendi limitlerimizin kabulu ile bu kartın bize getireceği dersi öğrenebiliriz. Ölümlü olduğumuzun ve büyük resimde, tek başınalığımızın kabulleridir bunlar.

Son aylarda yaşadığım ağırlığın kalktığını ve tekrar hayatla barıştığımı hissediyorum. Belki ''Hermit'' dir sebebi..
Kimbilir belki yazmaktır.