27 Aralık 2011

Kudüs, Israil

İsrail’e ilk seyahatimde Kudüs’ün Tel Aviv’e araba ile sadece kırkbeş dakika uzaklıkta olduğunu bilmediğimden Old City’i gezecek zaman bulamamıştım. Benim açımdan kötü bir planlamaydı. Tüm zamanım toplantıdan toplantıya koşturmakla geçmişti. Üstelik Temmuz çok sıcak olduğu ve rutubet de tavana vurduğu için insanın elini kolunu kaldırması neredeyse imkansızlaşıyordu. Kudüs’ü görmek içimden bile gelmemişti.

Fakat Kasım sonunda yaptığım seyahatim adeta rüya gibi geçti. Kış ayları İsrail’i ziyaret etmek için mükemmel. Bizim baharımızı onlar kışın yaşıyorlar. İstanbul’u yağmurlu ve 8 derecelerde bıraktıktan sonra Tel Aviv’in Ben Gurion havaalanında karşılatığım taze bahar havası bana yeniden doğmuşum hissi verdi bir anda. Oysa önümdeki 4 gün içinde yaklaşık 10 adet toplantı yapmam ve otobanda bir şehirden diğerine seyahat etmem gerekiyordu. İsrail’de işbirliği yaptığımız distribütörümüz eşliğinde seyahatim başladı.

İsrail’de bir şehirden diğerine araba ile seyahat etmek oldukça kolay ve rahat. Ülkenin otobanları keyifli bir sürüş için çok uygun. Trafik İstanbul’da alıştığımız karmaşadan farklı, sakin akışını sürdürüyor gün içinde. Sadece sabah erken saatlerde ve akşam iş çıkışlarında İsraillilerin esefle yakındığı bir yoğunluk oluyor ki İstanbul trafiğinin cehennem azabı ile karşılaştırılması mümkün bile değil. İsrail’de araba ile iş seyahati yapmanın en sevdiğim yanı, otoban üzerindeki coffee shop’larda konaklamak. Özellikle sabah saatlerinde güne başlamadan önce bir kahve içip uyanmak için herkesin uğrak yeri olmanın yanında, bu shop’lar aynı zamanda buluşma noktası olarak da kullanılıyor. İki müşterimle böyle bir cafe’de toplantı yapmak ve aynı zamanda güzel bir bahar gününün tadını çıkarmak oldukça ilham verici oldu benim açımdan.



Gittiğimde genellikle Tel Aviv’de aynı otelde kalıyorum. Olimpiyat oyunları için inşa edilmiş bir spor kompleksi Kfar Maccabiah. Şehrin merkezinde olmadığı için bütün bağlantı yollarına da yakın. Odalar büyük ve konforlu. Kompleksin içinde her türlü spor imkanı da mevcut. Otelimin açık büfe kahvaltılarında en çok yediğim ve sevdiğim şey “cottage cheese” dedikleri bir tür beyaz peynir. Bizim beyaz peynirimizden tamamen farklı, fakat bir o kadar da leziz bir peynir çeşidi. Aslında İsrail’de ne yediysem tadı damağımda kaldı diyebilirim. Mutfakları türk, balkan ve arap etkilerini taşıyor. Lezzetler bizim damak tadımıza son derece uygun. En önemli mezeleri humus. Pek çok meze ismi Türkçe ile aynı hatta. İkra en çok yenilen mezelerden diğeri. Bunun yanında sokakta her yerde falafel yemek mümkün. Ayrıca şahane ekmekleri var. Zamanı denk gelirse içi marmelatlı Hannuka donatlarını da cappucino eşliğinde mutlaka tatmanızı tavsiye ederim.

Eğer çöldeki küçük şehir Beer Sheva’ya yolunuz düşerse Big alışveriş merkezindeki PITPUT  steak house’da John Lee Hooker blues eşliğinde kuzu pirzola yemelisiniz. Dikkatinizi çekerim, başka bir yerde ikisini bir arada bulmanız pek mümkün olmayabilir. Hayatımda yediğim en lezzetli kuzu pirzolaydı. Tabi bir kırmızı şarap sever olarak İsrail’in tadı damağımda kalan şaraplarından bahsetmeden geçemeyeceğim. Birlikte seyahat ettiğim İsrailli meslektaşlarım da şarap konusunda hassas olduklarından her yemekte farklı bir üreticinin şarabını tatma fırsatı buldum. Eğer birkaç isim vermem gerekirse, mutlaka denemeniz gerekenler; Galil (Yiron ya da Meron), Alexander, Bazelet, Bravdo, Dalton, Clos de Gat (Har’el). Ben Gurion havaalanında tüm markaları bulmak mümkün. Hatta üç şişe alana 1 tane bedava kampanyasından da yararlanabilirsiniz.


Jaffa

Dünyanın en eski sahil şehirlerinden biri olduğu iddia edilen Jaffa eski zamanlarda Tel Aviv’den ayrı bir şehirmiş. Şimdilerde ise iki şehir birbirinin içine geçmiş, hatta Jaffa, Tel Aviv’in bir semti haline gelmiş. Bu eski şehirde Osmanlı mimarisinin izlerine rastlamak mümkün. Parkları ve eski dar sokakları ile keyifli zaman geçirilebilecek turistik bir bölge burası. Hava o kadar güzeldi ki, sokak cafe’lerinden birinde bir kadeh beyaz şarap eşliğinde yenen öğle yemeği günümün ilk yarısının tüm yorgunluğunu alıp götürdü. Ardından eski şehrin dar sokaklarında kısa bir yürüyüş yaptık. Denizin mis gibi kokusu ile karışan şarabın verdiği mayhoşluk hissi tatil özlemi ile doldurdu ruhumu.

İsrail hakkındaki tüm pozitif izlenimlerimden sonra seyahatimin en önemli kısmı olan Kudüs ziyaretimden bahsetmek istiyorum. Kudüs İsrail’in nüfusu en yüksek şehri. Yapılar, şehrin doğal dokusunu korumak amaçlı bölgede bulunan çöl rengindeki doğal taşlarla kaplı. İsrail parlamentosu Knesset de yine Kudüs’te.


Scopus Dağı'ndan Kudüs manzarası

Eski şehri gezmeden önce Scopus dağına çıkıp şehre tepeden bakmakta fayda var. El Akza ve Altın Kubbeli caminin uzaktan manzaraları görülmeye değer. Şehre, ana kapı olan Jaffa köprüsünden giriliyor. Ama arabanızı park edeceğiniz bölgeye göre değişiklik gösteren farklı girişleri de kullanmanız mümkün örneğin Damascus Kapısı. Kudüs çok turistik bir bölge olduğu için her zaman hınca hınç kalabalık. Şehrin beni en çok etkileyen kısmı dar sokakları ile yer altından çıkardıkları Roma dönemine ait sütunlu yolları oldu. Hurva Sinagogunun bulunduğu meydan bana İtalyan plazalarını hatırlattı. Burası Yahudi Bölgesi olarak geçiyor. Kısa bir yürüyüş sonunda Ağlama Duvarına ulaştık. Sıkı bir güvenlik kontrolünden geçtikten sonra duvarın bulunduğu büyük bir meydana girdik. Duvarın önü kalabalıktı. Kadınlarla erkekleri ayırmışlar. Kadınların tarafı erkeklerinkine göre daha kısa. Yakından bakınca duvarın her milimetre karesine sıkıştırılmış, üzerlerine dilekler dualar yazılmış kağıtlar görmek mümkün. Herkes konsantre olmuş, kiminin gözleri kapalı, yüzü duvara dönük dua ediyor. Benim de elimde Ebru’nun bana okuyamam diye arapça yerine türkçesini yazdırdığı dua ile duvara yaklaştım. Bu duayı 7 kere okuyup dilek dilemem gerekiyormuş. Sonuçta duayı 14 defa okuyacak kadar kadınlar tarafında yüzüm duvara dönük dikildim. Biri Ebru biri de benim için. Dilekleri de diledikten sonra fotoğraf çekmeye devam ettim.


Ağlama Duvarı

Yürümeye devam ettik. Sıra Müslüman Bölgesindeydi. Fakat ahşap köprü kapalı olduğu için El Akza’ya giremedim. Çarşının içinden dolaşıp altın kubbeli camiye doğru giderken yolda  görevliler bizi durdurup yolun kapalı olduğunu söylediler. Nereden çıktığını bilmediğim bir arap bize müslüman olup olmadığımızı sordu. Ben de Türk ve müslüman olduğumu söyledim. Dua biliyor musun diye sordu arap bu sefer. Fakat o taraklarda bezim olmadığı için sadece kelime-i şaadet getirebildiğimi söyledim. Türk pasaportum da altın kubbeli camiye girmeme yetecek gibi gözüküyordu. Müslüman Bölgesinin kapısına geldiğimizde, Kudüs’te otomatik silahlarla korunan ve yüksek duvarlarla çevrili bir kapısı olan tek bölge burası, askerler beni durdurup pasaportumu görmek istediler. Yanımdaki diğer arkadaşlarımı bırakıp içeri girdim. Fakat başımı bir eşarpla örtmem ve kollarımı kapatan uzun kollu hırkam yeterli olmamıştı. Giydiğim uzun pantolon da sorun yaratıyordu. Bunun üzerine yanımdaki arap 80 şekelimi alıp onu bir köşede uslu uslu beklememi söyleyip ortadan kayboldu. Müslüman Bölgesi çok sakin, sessiz ve huzur doluydu. Diğer bölgelerden çok farklı kutsal bir havası vardı. Çünkü her isteyen öyle elini kolunu sallayarak giremiyordu. Buraya girebilmek için mutlaka müslüman olduğunuzu kanıtlamanız gerekiyor. Arap, elinde bir paketle geri döndü. Görünüşe göre bana iki parçadan oluşan bir çarşaf almıştı. Altın kubbeli camiye girebilmem için bu çarşafı giymem gerekiyordu. Elim kolum fotoğraf malzemeleri ile dolu çarşafı giyip arabın peşine takıldım. Beni peşi sıra sürükleyip bölgedeki önemli noktaları gösteriyordu. Arada sırada elimdeki fotoğraf makinasına saldırıp kendi istediği yerlerde fotoğrafımı çekme teşebbüsünde bulundu. Arada sırada elimi tutmaya çalışması da beni aşırı derecede rahatsız etmeye yetti. O noktadan sonra gezinin bir an önce bitmesi için dua etmeye başladım. Altın kubbeli caminin dışı tamamen İznik çinileri ile bezeli. Ömer’in cami olarak da adlandırılıyor. İçi de dışı kadar muhteşem güzellikte.


Hz. Muhammed'in dua ettiği yer

Arap beni alıp caminin altında merdivenlerle inilen bir mağaraya götürdü. Orada birkaç kişi daha dua ediyorlardı. Söylediğine göre Hz. Muhammed burada dua etmiş. Ebru’nun bana verdiği türkçe duayı burada da okuyup yazılı olduğu kağıdı Kur’anı Kerim’in içinde bırakıp çıktım. El Akza kapalı olduğu için orayı görmem mümkün olmadı ne yazık ki. Rivayete göre El Akza’nın olduğu noktada Hz. Muhammed göğün yedi kat üstün e yükselip diğer peygamberlerle buluşmuş. Müslümanlar için oldukça önemli bir nokta. Bana rehberlik yapan arap turun sonunda ona verdiğim miktarı beğenmeyip daha fazlasını istedi. Kudüs'te kendimi soyulmuş hissettiğim tek bölge Müslüman tarafı oldu. Diğer bölgeler koşulsuz ziyarete açık.


Altın Kubbeli cami

En son hıristiyan bölgesini ziyaret ettik. Yürüyüşümüz Hz. İsa’nın dikenli telden tacının giydirildiği noktadan başlayıp çarmıha gerildiği noktadaki kiliseye kadar devam etti. Bu yola Via Dolorosa deniyor. Onaltı istasyondan oluşan bir yol. Her istasyonda bir chapel inşa edilmiş. Hz. İsa’nın sırtında haç ile yürürken yaşadığı her önemli an bu yol üzerinde betimlenmiş. İlk yere düştüğü nokta, annesi ile konuştuğu nokta, yorulduğunda ilk duvara dayandığı nokta. Bu şekilde tam onaltı önemli nokta var. Yolun sonunda ise Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği yerde bir kilise inşa edilmiş. Kilisede Hz.İsa’nın öldükten sonra yatırılıp cansız bedeninin yıkandığı taş bulunuyor.


Hz. İsa'nın bedeninin yıkandığı taş

Kudüs görülmeye değer ilginç bir şehir. Orayı ziyaret edenlerin çoğu duygusal olarak etkilendiklerini söyleseler de şehir bende böyle bir etki yaratmadı. Gerçek şu ki İsrail güzel bir ülke. Henüz görmediğim pek çok yeri olduğunu biliyorum. İşim gereği bu ülkeye seyahat etmeye devam edeceğim. Meslektaşlarım çölün de görülmeye değer güzellikte olduğunu söylüyorlar. Umarım bir dahaki sefere.