16 Şubat 2012

Raslantı

Neredeyse gece yarısı döndüğüm bir iş seyahati. Kafam hayal kırıklıkları ile dolu. Bir yandan yorgunum, bir yandan hayatıma dair vermem gereken önemli kararın arkasında duracak kadar güçlü olmaya çalışırken, aslında gerçekten yalnız olduğumu fark ettiğim o anda, aldığım bir e-mail beni güldürdü. Hiç tanımadığım bir okuyucu yazılarımdan birine yorumda bulunmuştu. Güldüm, çünkü yorumda bulunduğu yazı kendimi yine yalnız ve çaresiz hissettiğim bir anımı anlatıyordu. Oysa artık öylesine alıştım ki her şeyi kendi başıma başarmaya, yardım alma fikri bana yüzyıllar kadar uzak geliyor şimdilerde.

Merak bu ya, e-maili gönderen kişiyi google’dan araştırdım. Karşıma şahane bir blog çıktı. Sevimli, komik bir yüz.. Şiirler, düz yazılar, çekilmiş muhteşem fotoğraflar... Yalnız, yazılarının sonunda bir cümle dikkatimi çekti. Önce anlam veremedim, ama sonra, biraz daha araştırınca herşey ortaya çıktı. Johns Hopkins 19. gün. Yazılarını hastahaneden yazıyormuş. İşte o zaman hasta olduğunu fark ettim. 31 Aralık 2011 tarihinde öldüğünü öğrendiğimde, bana çok yakın birini kaybetmişim hissine kapıldım. Bir buçuk ay önce 20’li yaşlarında kansere yenik düşerek hayata veda etmişti. Bana e-mail gönderen kişi ile aynı ismi taşıyor olmaları sadece bir raslantıydı. Hiç tanımadığım, böylesine pırıl pırıl bir gencin ölmüş olabileceğine inanmak öylesine zor ki.

Çekinmeyin elinizi elimin üzerine koyun diyen şiiri beni derinden etkiledi. Kendimi tutamayıp elinin gölgeli fotoğrafına dokundum ekranımdaki.  

Onunla hiç tanışmadım. Ama bu ufak rastlantı bana hayatın ne kadar kısa ve kırılgan olduğunu bir kere daha hatırlattı. Kendimize gereksiz yere edindiğimiz dertler, üzüntülerimiz, hayal kırıklıklarımız... Hepsi ölümün yüzünde alabildiğince önemsiz kalıyor. Bir gün hepimiz gideceğiz ve geride dokunulacak “dost bir el” bırakmak kadar önemli ne olabilir ki bu hayatta?