21 Mart 2012

Hamburg

Alman şehirlerinin kendilerine has özellikleri vardır. Bölgelere göre farklılık gösteren biralarının yanında, Düsseldorf modada, Essen endüstride, Berlin kozmopolitliği ile, Hamburg ise bir liman şehri oluşuyla ön plana çıkar. Burada Nürnberg’den bahsetmeden geçemeyeceğim. Nürnberg bana dar sokakları ve kanalları ile ortaçağdan kalma İtalyan şehirlerini anımsatır.

Bu sene kış İstanbul’da da çok soğuktu. Ama Almanya’nın Kuzey Denizi kıyısındaki liman şehri  Hamburg’da şimdiye kadar hiç karşılaşmadığım bir soğukla karşılaştım. Antaktika gezimizde bile sıcaklık en fazla eksi beş dereceye düşmüştü. Fakat Hamburg’a Şubat ayı başında vardığımda termometreler gündüz eksi onikiyi gösteriyordu. Elbe Nehri yer yer buz tutmuştu ve önümüzdeki günlerde sıcaklığın daha da düşmesiyle nehrin üzerinde yürünebileceği rivayet ediliyordu.

Liman Bölgesi

Soğuğa rağmen neşeli ve güler yüzlü bir günümde olduğumdan havaalanından bindiğim taksinin şoförü ile koyu bir sohbete giriştik. Kırklı yaşlarının sonlarında, hoş bir adamdı. Konu seyahatlerden açıldı. İki ay sonra yapacağım Hindistan seyahatim hakkında heyecanlı olduğum için ona planımdan bahsettim. Tesadüf bu ya şoförüm de her yıl, altı yedi ayını Goa plajlarında parti yaparak geçiriyormuş son 16 yıldır. Şaşkınlığımı ve hayranlığımı gizleyemedim. Bunun üzerine “Bu yüzden taksi şoförlüğü yapıyorum. İstediğim zaman işi bırakıp gidebiliyorum. Döndüğümde ise iş bulmam kolay oluyor.” dedi. Her zaman gıpta ile baktığım fakat kendimi ikna etmekte zorlandığım bir yaşam felsefesi. Yolun geri kalan kısmı otele kadar oldukça keyifli geçti. Şehrin en güzel manzaralı roof barının benim otelimin köşesinde yer alan Empire Riverside Hotel’de olduğunu da yine taksi şoförümden öğrenip arabadan indim.

Kaldığım Hotel Hafen Hamburg 1864 yılında inşa edilmiş eski bir yapıydı. 1979 yılından beridir de otel olarak işletiliyormuş. Limana bakan bir tepenin üzerinde duran ihtişamlı bir bina. Görmemek mümkün değil. Şehre öğlen vardığım için akşama kadar etrafta dolaşıp fotoğraf çekecek birkaç saatim vardı hava kararmadan önce. 

Liman Bölgesi

Otelden liman bölgesine yürümek sadece beş dakikamı aldı. Pazar günü olduğu için Elbe Nehri boyunca uzanan yürüyüş yolu kalabalıktı. Önce bir şehir turu otobüsüne binmeyi düşünsem de ingilizce konuşulanın yalnızca sabah saatlerinde olduğunu öğrenip bu düşüncemden vazgeçtim. Eksi oniki derece soğukta yürüyecektim. Kalın berem, botlarım, kar montum ve eldivenlerim vardı. Bu düşünce ile yola çıkıp, eksi oniki derecenin ne demek olduğunu yarım saat sonra fark ettim. Elimin parmak uçları soğuktan acımaya başlamışlardı bile. Bir yandan yürüyor, bir yandan fotoğraf çekmeye çalışıyor, bir yandan da parmaklarımın donmasını önlemek için onları haraket ettiriyordum.

Hafen City

Aman Tanrım, parmaklarım acıyordu.

Otelimden Hafen City’ye yürümek yaklaşık onbeş dakika sürdü. Hafen City Hamburg’un yeni yerleşim bölgelerinden biri. Elbe Nehri kanalları etrafında kurulmuş lüks dairelerin olduğu bir yaşam alanı. Görülecek öyle özel birşey yok. Fakat binaların mimarisi ve kanalların ayırdığı iç içe geçmişliği görülmeye değer bir manzara oluşturuyor beyaz soğuğa karşı. Yürürken birden bu şehirde zamanın donduğunu ve buzdan bir fanus içinde olduğumu düşündüm. Hava yavaş yavaş kararıyordu ve etrafta tek tük fotoğraf çeken birkaç kişi göze çarpıyordu. Hafen City’nin zamanda donmuş yalnızlığını fotoğraflamak mümkün müydü? Denedim.

Hafen City
Soğuk gittikçe içime işlemeye başlamıştı. Liman tarafından daha içeri Rathaus’a doğru yöneldim. Yürüyüş yaklaşık onbeş dakikamı aldı. Rathaus şehrin merkezinde yer alıyor. Alışveriş merkezinin göbeğinde. Pazar olduğu için tüm mağazalar kapalıydı. Alster Arcade’deki Melange Cafe’ye kendimi zor attım. Artık parmaklarımı hissetmemeye başlamıştım. Hindistan yolculuğumun şerefine bir fincan Darjeeling çay içtikten sonra hava kararmadan önce otelime dönebilmek için yola koyuldum. Cafe’nin sıcak ortamından çıkmak oldukça ızdıraplı oldu diyebilirim. Uzunca bir yolum vardı. Dönüşte fotoğraf çekmeye devam ettim.

Alster Arcade
Hamburg zengin bir şehir görünümünde. Daha sonra bir Alman arkadaşımdan Düsseldorf’tan bile zengin olduğunu öğrendim. Sanat galerileri, dünya mutfağı sunan pek çok lüks restaurantları ve büyük moda tasarımcılarının mağazaları ile zenginliği kolayca hissedebiliyor insan. Hamburg aynı zamanda müzikal bir şehir. Ünlü Aslan Kral (Der König Der Löwen) müzikalinin yanında neredeyse hergün farklı bir müzikal oyun seyretmek mümkün bu şehirde. Keşke daha fazla zamanım olsaydı.


Hafen City Galeri
Otelime döndüğümde hava kararmıştı. Önce bara uğrayıp bir bira içmeye karar verdim. Barmen gözüme öylesine Türk gözüktü ki yakasındaki isim kartını okumadan bile Türkçe konuşmaya karar vermiştim. Onun tabiriyle bir bardak pembe bira, Duckstein içtim. Aslında rengi pembeden çok amberdi. Sevdiğim gibi koyu renkli. Ardından uzun, sıcak bir duş kemiklerime kadar ısıttı beni. Diğer arkadaşlar da birer birer geldiler ve akşam yemeğimizi otelde yedik. Alman, İspanyol, İngiliz, Güney Afrikalı’dan oluşan keyifli bir gruptu. Bunu izleyen iki gün boyunca yorucu bir teknik eğitimi tamamladıktan sonra Hamburg’u gezebileceğim yarım günüm daha vardı. Liman boyunca yine aynı rotayı izledim. Hafen City, 18. ve 19. yüzyıllar arasında inşa edilmiş ve free zone olarak kullanılmış Speicherstadt, Rathaus, Alster Arcade, ünlü markaların mağazalarının bulunduğu lüks Neuer Wall ve bir iç göl olan Binnen Alster. Birkaç gün önceki rivayet gerçekleşmiş ve Binnen Alster donmuştu. Onlarca insanın gölün üzerinde yürüdüğünü görmek ilginç olsa da uzaktan seyretmeyi tercih ettim.

Speicherstadt
Elbe Nehrinin iç bölümleri tamamen donmuş buzullar görünümündeydi. Aynı manzarayı Antarktika’da gördüğümü hatırlıyorum. Gemimizin demir attığı bir bölgede karaya çıkmayı beklerken yarım saat içinde etrafımızın buzla kaplandığına ve denizin birden kaybolduğuna şahit olmuştuk. Kaptanımız zodiaclarla karaya çıkan grubu geri çağırmak için anons yaptığında neredeyse suda ilerleyecek hiç açık alan kalmamıştı. Böylelikle zodiaclardan birinin pervanesi kırılmıştı. Kanımca soğuk iklim sıcağa göre daha acımasız.
Messmer Momentum
Hamburg’da o öğleden sonra yaptığım uzun yürüyüşü Hafen City’de daha önce gözüme çarpan bir çay evinde noktaladım. Acımasız soğuk ve zaman içinde donmuşluk hissi eşliğinde Messmer Momentum’a girdiğimde sanki cennete adım atmıştım. Yaş ortalaması yüksek, seçkin bir müşteri portföyü ile karşı karşıya olmamın yanında, içerideki ambians da bu elit topluluğa gayet uygun bir çizgideydi. Manzaralı bir masaya oturdum. Çay menüsü hayallerimin bile ötesindeydi. Menüde yok yoktu desem yeridir. Ama benim tercihim yine bir Darjeeling oldu (first flush). Servis incecik beyaz Villeroy & Boch fincanlarda yapıldı. Ardından da bana ufak bir kutu uzatılıp mağazadan tercih ettiğim üç çeşit poşet çayı alabileceğim söylendi (complimentary). Bir fincan çaya beş euro ödemiştim. Ama her sentine değdiğini söyleyebilirim.

Ah!  Hamburg, Berlin’den sonra en sevdiğim ikinci Alman şehri oluvermişti bir anda.