20 Mayıs 2012

Hindistan 3

Lord Shiva'nın Şehri


Varanasi'nin halk arasında pek çok ismi var. Şiva'nın şehri, tapınaklar şehri, kutsal şehir, Benaras ya da Banarasi. Eminim daha bilmediğim onlarcası vardır.

Varanasi havaalanı oldukça nezih ve temizdi. Çantalarımızı herhangi bir sorun yaşamadan aldık. Nedense her varış bir stres havaalanlarında. Acaba çantam uçaktan çıkacak mı çıkmayacak mı stresi. Yaşanılan kötü bir tecrübe insana yapışıp kalıyor ne yazık ki. Bu yüzden çantaların alana varması oldukça önemli bir konu benim için. Yani bahsedilmeye değer.

Havaalanı ile otelimiz, The Gateway arası taksi ile 40 dakika kadar sürdü. Yollar her zamanki gibi kötü ve karmaşa içindeydi. Kaldığımız otel Ganj nehrine 6 km uzaktaydı. Sanıyorum tüm iyi oteller aynı bölgede bulunuyor. Çünkü nehrin kenarında gördüklerimiz çoğunlukla misafir evleriydi. Ve Hindistan'da beş yıldızın altında bir otelde kalmanın ne demek olduğunu öğrenmek bile istemezdim, özellikle Varanasi'de.

O denli yorgunduk ki biraz otelde kalıp dinlenmek istedik. Havuz kenarı, bir şişe KingFisher ve ardından da masaj, Hindistan'ın tüm tozu toprağı, karmaşası ve ağırlığı üzerimizden uçup gitti bir anda.

Gateway Hotel'in havuzu (Varanasi'deki cennetimiz)
Akşama doğru nehrin kenarına inmek için otelden bir araba kiraladık. Otel aynı zamanda bize bir kayıkçı tahsis etti. Sonunda Aarti seremonisine şahit olacaktım. Arabalar Ganga'nın kenarına kadar gidemiyor. Yaklaşık beş yüz metre yürümemiz gerekiyordu. Kendimizi bir savaş alanının içinde bulmuş ve şaşkınlıkla etrafımızdaki hayat mücadelesini seyrediyorduk. Kıpırdamak bile mümkün değildi. Adımımızı nereye atacağımızı şaşırmıştık. Her yerden arabalar, motorsikletler ve insanlar fışkırıyordu. Kaldırım diye bir kavram zaten yoktu. Kız kardeşim dehşet içinde sokağın ortasında bir motorsikletliyi sopayla döven trafik polisini işaret etti.  Bu öylesine doğal bir durumdu ki hayat kesintiye uğramadan devam ediyordu onlar için. Rehberimiz önde, biz arkada, ona ayak uydurmaya çalışırken bir yandan da kimseye değmemeye özen göstererek yürüyüşümüze devam ettik. Nefes almak bile adeta işkenceydi o toz dumanın içinde. Sadece insanlar değil inekler de başı boş yollarda geziniyorlardı. Mağazalardan birinin içene oturmuş, dışarıdaki kaosu dükkan sahipleri ile birlikte sükunet içinde seyreden ineği gördüğümde Hindistan'da herşeyin mümkün olabileceğini biliyordum artık. Evet bu kutsal şehirde inekler bile daha kutsallardı.

Kutsal inek
Akşam duası "puja" için kalabalık bir insan topluluğu Ganga'nın kıyısında toplanmaya başlamıştı. Alacakaranlık çökmüştü kutsal nehrin üzerine. Günün en sevdiğim zamanı "dusk"dır. Kayıkçımız Deepu bizi buyur etti. Saat 7 deki seremoniye daha zamanımız vardı. Önce Manikarnika Ghat'ına, yani ölülerin yakıldığı ve ateşinin yüzyıllardır sönmediği rivayet edilen en kutsal ghata doğru yöneldik. Yakma işlemi devam ediyordu. Merdivenlerde sıralarını bekleyen paketlenmiş ölüler göze çarpıyordu. Nehrin üzerinde olduğumuzdan sadece alevleri ve dumanı görebiliyorduk.
Manikarnika Ghat
Manikarnika Ghat'ının mitolojik hikayesine göre Vishnu binlerce yıllık cezadan sonra Lord Shiva'yı memnun etmek için çakrasıyla bir kuyu açar, Shiva burada yıkanabilsin diye. Lord Shiva'nın küpesinin üzerindeki taşlardan biri bu kuyuya düşer. Böylelikle Ghat'ın ismi "Mani- mücevher", "karnika - kulağa ait" olur. Manikarnika Ghat'ı hayatın ortaya çıktığı 5 kutsal merkezden (tirtha) biri olarak kabul ediliyor.

Aarti seremonisi
Aarti seremonisi ve puja başlamak üzereydi. Seremoni her akşam Ganga'nın iki ana ghatında yapılıyordu. Kayıklar bu iki ghatın önünde kümelenmeye başlamışlardı bile. Biz de Dashashwamedh Ghat'ının önünde yerimizi aldık. Hava tamamen kararmıştı artık. Rahipler, kutsal anneleri Ganga'ya yüzleri dönük, tütsü dumanı içinde dualar edip şarkılar söylüyorlardı. Üzerlerinde 108 mumun yandığı şamdanları Ganga'ya uzatıp onlara hayat verdiği için teşekkür ediyorlardı.

Aarti, kayıkta
108 sayısının Hinduizm'de pek çok farklı anlamı var. Budist ve hindu malalardaki (tespih) boncuk sayısı da 108. Anlamların kimi matematiksel özellik taşıyor.. Sayıların gücü, eğer inanıyorsanız. Kimi de daha ruhani. Mesela rivayete göre insanlığa ait 108 adet dünyevi arzu olduğu söyleniyor. Ya da 108 yalan. Kimine göre de 108 tane yanılgı. Astroloji, güneşin dünyaya göre konumu, 108 tanrıça ismi ve daha onlarcası.

Ganga anneye dilek
Om, jay Ganga mata - Shiva, Ganga anneye saygı.

Aarti seremonisi gerçekten de görülmeye değer bir manzaraydı. Binlerce insan Ganga'ya sevgisini sunuyordu. Dua, turistlere yönelik olmaktan çok kendi inanışlarını dile getirdikleri bir yakarıştı Tanrıça'ya. Bizler de sadece Ganga'ya olan sevgilerini izlemek için orada bulunan yabancılardık. Tören bir saat kadar sürdü. Sonrasında çiçeklerle bezeli küçük mum adakları yakılarak nehre bırakıldı. Dilekler dilendi. Belki binlercesi Ganga anneye fısıldandı.

Ganga
Hindular nehrin kendi kendini temizlediğine inanıyorlar. Ganga'nın suları çamur rengi, nasıl bir temizlik duygusudur bu diye düşünüyor insan onca kişiyi her sabah nehirde yıkanırken görünce. Hindular her sabah Ganga'da yıkanarak günahlarından arındıklarına inanıyorlar. Yıkanıp paklandıktan sonra da yine nehir kenarındaki tapınaklarda dualarını edip adaklar sunuyorlar Tanrılarına.

İnsanların inançları beni her zaman çekmiştir. Özellikle bu denli güçlü inançlar. Ondandır ki bu insanları ibadet ederken seyretmek benim için ilginç bir deneyim oldu. Bazı anları daha yakından fotoğraflamak istediysem de vazgeçtim. Yüzlerce farklı şekillerdeki vücut, onlara kimin baktığını umursamadan, doğal halleri ile yıkanıyorlardı. Gerçeklikle estetik çoğu zaman birbirleriyle örtüşmüyor.

Nehre açılan daracık sokaklarda yolu kaybetmek çok mümkün. Yanımızda her daim bir rehber olduğundan sıkıntı çekmedik. Öte yandan isterdim ki daha özgür dolaşabileyim. Fakat Varanasi'de sokaklarda avare avare dolaşmak bir Avrupa şehrinde yürüyüşten çok farklı bir deneyim. Sıcaklık ve nem sabah 9 da dayanılmayacak bir hal alıyor ki biz oradayken henüz en sıcak aylar başlamamıştı bile. Nehir kenarında güneşin doğuşunu seyrettikten sonra otelin temiz, güvenli ve sakin ortamına koşarak dönüyorduk. Dışarıdaki hayatın ruhumuza verdiği ağırlık dayanılacak gibi değildi sokaklarda yürüdüğümüz kısacık zamanlarda. Bu denli sefalet, pislik ve yokluk insanda çaresizlik duygusu yaratıyor. Benim yabancı olduğum bir duyguydu. Kalmak istedim sokaklarda günlük hayatın bir parçası olabilmek adına, otele kaçıp saklanmak istedim daha fazlasına tahammül edemediğimden.

Varanasi'nin arka sokakları
Hindistan'da spor önemli bir aktivite. Gençleri her yerde cricket oynarken görmek mümkün. Ganga'nın dar nehir kıyısında bile. Sabah yürüyüşlerimizden birinde cricket oynayan ufaklıkların yanına yaklaştım ve bana nasıl vuruş yapıldığını göstermelerini istedim. Sanıyorum 7 - 8 yaşlarındaydılar. Sopayı elime tutuşturduktan sonra nasıl tutmam gerektiğini gösterdiler. Top atıcıya insaflı olmasını işaret ettim. İlk vuruşum isabetliydi. Çevremde mutlu ve heyecanlı küçük yüzler gördüm. "4 atış, 4 atış" diye bağırıyorlardı. Ne yazık ki ikinci vuruşumda toplarını nehre doğru fırlattığım için beni göz açıp kapayana kadar oyun dışı bıraktılar. Keşke evdeki onlarca bayatlamış tenis topum şu an yanımda olsaydı diye düşündüm. O zaman oyundan atılmazdım muhtemelen.

Ben ve Cricket
Sabah yürüyüşümüz boyunca yolumuzun üzerinde yüzleri Ganga'ya dönük meditasyon yapan Sadhu'lar gördük. Sadhu'lar göçebe hindu rahipler. Tüm hayatlarını mokşa'ya ulaşmaya, yani ruhlarını özgürleştirmeye adamış kişiler. Hinduizmde mokşa dördüncü, yani en son aşram. Bu noktaya erişince ruhlarının bir daha reenkarne olmayacağına inanıyorlar. Mokşa'da acı çekme sona eriyor. Varanasi bu yüzden Hinduizme inananlar için çok önemli. Çünkü bu şehirde ölünce mokşaya ulaşacaklarını düşünüyorlar. Pek çok hindu Benaras'a ölmek için geliyor.

Sadhular gibi tam lotus pozisyonunda oturabilmeyi çok isterdim. Bunun için uzun süre yoga yapmak gerekiyor sanırım. Yoga kasların esnemesine büyük ölçüde yardımcı oluyor. Bu yüzden yürüyüşümüz sırasında tanıştığımız yoga eğitmeni bize bedenimiz ve ruhumuz için mutlaka her gün yoga yapmamızı tavsiye etti. Öylesine huzurlu bir tavrı vardı ki, fotoğrafına her baktığımda gözlerinde gördüğüm hayata dair anlayış bana güven hissi veriyor.

Derin bakışlı yoga eğitmeni
Varanasi'de dünyaca ünlü bir de üniversite var. 10 km uzunluğunda bir kampüse sahip Benaras Hindu Üniversitesi mühendislik, tıp, hukuk gibi konularda eğitim veriyor. Dünyanın pek çok yerinden okumaya öğrenciler geliyormuş. Kampüsün içindeki Şiva Tapınağı önemli bir ibadet yeri. Bu tapınak Hindu Taj Mahal olarak geçiyor iç dekorasyonunda mermer kullanıldığı için. Tapınaklarda yalın ayak geziliyor. Kapıdaki ayakkabı sorumlusu çok küçük bir bahşişe ayakkabılara göz kulak oluyor. Varanasi'de her adım başı bir tapınak görmek mümkün. Şiva'nın evrensel işareti lingam a adaklarda bulunuyor hindular. Onlar için Şiva en önemli tanrı diğer ana tanrılar Brahma ve Vishnu yanında.
Durga Manastırı
Ziyaret ettiğimiz diğer iki tapınak Üç Tanrı Tapınağı ile Maymun tanrı Hanuman Tapınaklarıydı. Durga Mandır (tapınak) olarak adlandırılan Hanuman Tapınağı tamamen kırmızı renkte. Girişinde de bir neem ağacı var. Hintlilerin yapraklarıyla dişlerini temizledikleri ağaç.

Üç Tanrı Manastırında dua
Varanasi'de ipek işlemeciliği çok gelişmiş. Şehrin bir diğer adı da "İpek Şehri". Rehberimiz bizi müslüman mahallesindeki bir aile dokuma şirketine götürdü. İpek dokumacılığını müslümanlar yapıyor şehirde. Varanasi'de müslümanların ve hinduların hayatları birbirinden ayrıymış. Barış içinde yaşamalarına rağmen bakkalları, kavhehaneleri ve yaşam alanları farklı. Güzelim el tezgahları, rengarenk ipek iplikler ve inanılmaz bir el işçiliği ile karşı karşıyaydık. İzbe küçük odalarda el tezgahlarının başındaki ustalar tıkır tıkır hiç sekmeden iplik makaralarını çözgülerden geçiriyorlardı. Görüntüde kolay gibi gözüken bu atma tutma oyununun, tezgahın başına geçtiğimizde pek de kolay olmadığını fark ettik. Ama tezgahın başında çok eğlendiğimi itiraf etmeliyim.




İpek dokuma
Tezgahlardan sonra satış kısmına geçtik. Orada bize şimdiye kadar gördüğüm en güzel ipek dokuma örneklerini gösterdiler. Kimisi satılık bile değildi. Bazı çok desenli modelleri dokumak birkaç yıl sürebiliyormuş. Sonunda bir yatak örtüsü ile şal alıp çıktım. Alış veriş ve pazarlık yaklaşık iki saat kadar sürdü.

Öğlen olduğu için hava çok ısınmış ve turumuza biraz ara verme zamanı gelmişti. Otelimizde birkaç saat dinlendikten sonra, daha çok bayıldıktan sonra rehberimiz ile yeniden buluştuk.

Sarnath, Varanasi'ye 10 km uzaklıkta bir bölge. Buddha'nın ilk müritlerine verdiği ilk öğretinin gerçekleştiği yer. Bu yüzden de bölgede birkaç tane önemli budist tapınağı var. Özellikle Japonların yaptırmış olduğu tapınak görülmeye değer.

Lord Buddha'nın ilk vaazını verdiği nokta, Sarnath
Lord Buddha, Bodh Gaya'da aydınlığa ulaştıktan sonra Sarnath'a gelmiş. Budizmin hac yolculuğu Bodh Gaya'dan başlayıp Lord Buddha'nın doğduğu köy olan Lumbini (Nepal) de bitiyor. Üçüncü nokta ise Kushinagar, yani Lord Buddha'nın öldükten sonra nirvanaya ulaştığı yer olarak biliniyor.

Lord Buddha'nın küllerinin, en azından bir kısmının da yine Sarnath'daki Dhamekh Stupa'da bulunduğu söyleniyor. Stupa tamamı kırmızı tuğla ile örülmüş görkemli kutsal bir yapı Budistler için.

Varanasi'de "Baba" lakaplı gurulara rastlamak mümkün. Biz de rehberimiz aracılığı ile "Baba Atri" (adından gerçekten emin değilim) ye götürüldük. Baba Atri kırklarında, kara sakallı yapılı bir adamdı. Küçük bir odanın ortasında bağdaş kurmuş kendisine yönlendirilen farklı milletlerden ziyaretçileri kabul ediyordu. Daha çok ağzı bol laf yapan bir sahtekar görünümündeydi. Önce içeri girmek istemedim. Kızkardeşim Baba'nın yanına oturdu ve bir müridi tarafından ingilizce hazırlanmış dosyasını incelemeye koyuldu. Baba durmadan yaptığı hayır işlerinden bahsediyordu. Bir ara ona "bu anlattıklarınız satış stratejiniz mi?" diye sorma gafletinde bulundum. Baba oldukça alındı ve birşey satmadığını söyledi. Ona gelen insanların problemlerinin çözülmesi için dualar ettiğini, reçeteler yazdığını ve çoğunun da problemlerinden kurtulduğunu anlattı. Bazı şartları vardı doğal olarak. Başta kişinin kendisinin de iyileşme yönünde çaba göstermesi gerekiyordu. Tabi bunun bir de bedeli olacaktı. Fiyatının dört bin rupiden başladığını ama bu fiyatın problemin derinliğine göre artabileceğini öğrendik. Binlerce dolara ya da avroya mal olabiliyordu hizmetleri. Aldığı paraların kendisinin yönettiği hayır işlerinde kullanıldığını her cümlesinin sonuna eklemeyi de ihmal etmedi. Ne kadar da uygun diye düşündüm. Bizden para koparamayacağını anlayınca yeni gelen Japon ziyaretçisine yöneltti tüm ilgisini. Biz de teşekkür ederek kutsal Baba'nın huzurlarından ayrıldık.

Ganga'nın kıyısında yaptığımız son sabah yürüyüşünde Manikarnika Ghat'ına kadar gittik. Ölülerin odun ateşinde yakıldığı bu kutsal ghat nehir kıyısının en ucunda bulunuyor. Ghat'ın görevlilerinden biri bizi görüp içeri buyur etti. Fotoğraf çekmek kesinlike yasaktı. O sırada bir ölüyü yakıyorlardı. Ateşe o kadar yakındık ki yanan insan vücudunu görebiliyorduk. Herkesin ilk aklına gelen soru nasıl koktuğu oluyor. İnsan Varanasi'de öylesine garip ve bilinmedik kokulara maruz kalıyor ki yanan insan etinin kokusunu ayırt etmek, en azından benim için mümkün olmadı. Etrafımızda sadece kül ve duman vardı bizi saran. Ateşi çevreleyen izbe ve virane görünüşlü binalarda Varanasi'ye ölmek için gelen kimsesiz insanlar yaşıyormuş. Devlet onlardan her hangi bir ödeme talep etmiyormuş. Görevli bu insanlara ölene kadar göz kulak olduğunu anlattı. Öylesine at hırsızı ve soyguncu görünüşlü bir adamdı ki o insanlara nasıl muamele ettiğini hayal etmek bile istemedim. Biz oradan kaçarak uzaklaşırken arkamızdan hala para dileniyordu. Yine de oldukça ilginç bir deneyim olduğunu itiraf etmeliyim. Yakılan cesetlerin küllerinin Ganga'ya döküldüğünü söylememe bile gerek yok sanıyorum.

Japon Budhist Manastırı, Sarnath

Kız kardeşimin ısrarları ve Varanasi'de karşılaştığımız değişik manzaralar nedeni ile bu şehirdeki kalışımızı birgün kısaltarak Taj Mahal'i de görmek için Agra'ya gitme planı yaptık. Hindistan'a gidip de Taj'ı görmeden dönmek olur mu hiç? Bence bir mahsuru yoktu. Ama karşı çıkmadım.

14 Mayıs 2012

Hindistan 2

Delhi

Delhi'ye öğleden sonra vardık. Hindistan havayolları uçuş planını değiştirdiği için aynı gün içinde Varanasi'ye uçmamız mümkün değildi. Bir gece Delhi'de kaldıktan sonra Varanasi'ye ertesi gün uçacaktık. Delhi rehberimiz Nek bizi alanda karşıladı.

Şehirde çok az zamanımız olduğu için otele yerleşmeden şehir turumuza başlamayı tercih ettik. Delhi geniş bulvarları, modern hükümet binaları, bulvarlara serpiştirilmiş görkemli anıtları ile modern bir şehir görünümünde. Trafik düzenli akıyor. Her adımda trafik ışıkları ile kontrol edilen döner kavşaklar insana modern bir ülkede olduğu hissi veriyor. Fakat dikkatli bakılırsa madalyonun diğer yüzünü de görmek mümkün yol kenarlarında. Binalar yeni ve modern ama elbisesini sıyırıp yol kenarına tuvaletini yapan insan manzaraları anlatılanlarla bire bir örtüşüyor. İnsan sadece baka kalıyor.

Delhi'de yaklaşık 18 milyon kişi yaşıyormuş. Hindistan'ın ikinci en büyük şehri. İlk sırada 30 milyonla Mumbai yer alıyor.

Chandni Chowk eski Delhi'nin önemli bir alış veriş merkezi. Daha çok yerli halkın ihtiyaçlarını karşıladığı oldukça kalabalık bir pazar burası. Rehberimiz Nek bir rickshaw sürücüsü ile anlaştı. Bize de üçümüz için 200 rupiden fazla para ödemememiz gerektiğini tembihledi. Bisiklet taksilere rickshaw deniyor Hindistan'da. Sürücümüz ince ama güçlü bir genç adamdı. Zaten tüm rickshaw sürücüleri bütün gün ağır pedalları çevirmekten ve büyük ihtimalle yetersiz beslenmeden dolayı oldukça zayıflar. Hava öylesine rutubetli ve sıcaktı ki üçümüzün ağırlığı ile genç sürücümüzün alnında boncuk boncuk terler belirmeye başlamıştı. Şişman olmamama rağmen ağırlığımdan dolayı kendimi suçlu hissettiğim anlardan biriydi rickshaw gezimiz.

Rickshaw ve sürücüsü dinlenirken
Kalabalık ana yolları pedalla geçmek ve aceleci araç sürücülerine ufacık bir rickshaw ile meydan okumak oldukça korkutucu bir deneyim oldu bizim için. Etrafımız korna sesleri ile çevrili yavaş yavaş hareket ediyorduk. Genç sürücümüzün hiç acelesi yoktu. Zaten olamazdı da o kadar ağırlığın altında. Bu işi yapmak için insanın demir gibi sinirleri ve çok güçlü bacak kasları olmalıydı. İnsan vücudunun dayanabileceği psikolojik ve fiziksel zorluğun bir sınırı var mıydı acaba diye düşündüm o zaman?

Birden kendimizi Chandni Chowk'un dar ve karanlık sokaklarında bulduk. Her yerden elektrik kabloları sarkıyordu. İki yanımız dükkanlarla çevrili rickshawda ilerliyorduk. Önce baharat bölümünden, sonra düğün süsleri, mücevher ve sari satılan bölgelerden geçtik. Chandni Chowk, satılan ürünlere göre bölümlere ayrılmış durumda. Hindistan'da düğünlerin oldukça görkemli olması önemli geleneklerden biri. Bu yüzden rengarenk çiçekler, sırmalı kumaşlar ve parlak metaller göze çarpıyor nereye baksak. Dükkanların içinde sariler müşterilerin beğenisi için yerlere serilmiş, pazarlıklar devam ediyor. Anneler, kayınvalideler, gelinler güzelim kumaşlara dokunup karar vermeye çalışıyorlar. Fiyatların öyle çok ucuz olmadığını öğrendik. Birkaç bin rupiden başlayan fiyatlar onbinlerce rupiye kadar çıkabiliyormuş. Vitrinlerde mankenlerin üzerinde sergilenen sarilerin bazıları o kadar görkemli ki gözlerimi almakta zorluk çektim.

Sari pazarlığı
Biz dar sokaklarda ilerlemeye devam ettikçe her köşeden hala insan fışkırıyordu hava kararmaya yüz tutmuş olmasına rağmen. Rickshaw yolculuğumuzun sonunda genç sürücümüze 250 rupi uzattım. Bir saatlik zorlu çabasına karşılık bu kadarını hak ettiğini düşünmüştüm. İkinci durağımız Delhi'nin en önemli turistik noktası "Indian Gate"ti. Bu anıt Paris'teki Arc de Triomphe'dan esinlenerek 1931 yılında Sir Edwin Lutyens tarafından inşa edilmiş. Anıt 1. Dünya ve 3. Anglo-Afgan savaşları sırasında hayatlarını kaybetmiş olan hint askerlerine adanmış. Anıtın bulunduğu büyük meydan oldukça kalabalık, çoğunlukla yerli halkın göze çarptığı bir panayır alanı görünümündeydi.

Indian Gate ve Canopy
Indian Gate
Ne modern bir alışveriş merkezi, ne de cafe falan görecek halimiz kalmıştı. Sadece bir şeyler atıştırıp otele dönmek istiyorduk. Nek bizi otelimize yakın Connaught Place civarındaki bir tavuk restaurantına götürdü. Sıradan bir Hint restautantıydı gittiğimiz mekan. Sonuçta Hindistandaydık ve yerel yemekleri tercih ediyorduk. Tavuk Tandoori sipariş ettiğime sonradan pişman olsam da gelen kocaman porsiyonu afiyetle yediğimi fark edip kendim de şaşırdım. Nek vejeteryan olduğu için daha geleneksel yemekler sipariş vermişti. Hindistan'da en çok yenen bakliyat yeşil mercimek yani "dal", tattıktan sonra favori hint yemeğim haline gelen "paneer" ve yanında da sade pilav. Paneer bir peynir yemeği. Bilmediğim karışık bir sosun içinde geliyor. Genellikle evde de peynir ile beslenen bir insan olduğudan paneer'in favori yemeğim haline gelmesi pek de şaşırtıcı değildi. Yemeğin sonunda bir tepsi içinde anis ve saris ikram edildi. Kız kardeşimin "her gördüğün şeyi hemen ağzına atıyorsun" uyarılarına kulak asmayarak çiğnemeye başlamıştım bile. Anis bildiğimiz anason, saris de şeffaf beyaz renkli bir çeşit şekerdi. Sanıyorum ağız kokusunu gidermek ve hazmı kolaylaştırmak için yeniyordu.

Güneşe selam, Delhi Havaalanı
Şehrin güneyine yeni ve lüks bir yerleşim bölgesi  inşa edilmiş. Bu yeni bölge Defence Colony olarak geçiyor. Golf sahaları, modern alış veriş merkezleri ve cafeleri ile Delhi'nin yeni yüzü olarak biliniyor. Zamansızlık yüzünden Mocha cafe'de hookah içemedik. Forumlardan okuduğum kadarı ile oldukça renkli bir cemiyete ev sahipliği yapıyormuş bu cafe. Eğer zaman bulusanız benim için de mutlaka uğrayın.

Kısa Delhi maceramıza ancak bu kadarını sığdırabildik. Evet biliyorum hala Varanasi'ye varamadık. Ama uçağımız ertesi gün sabah erkenden...