28 Mayıs 2013

Tayland 1


Bangkok ... Sonsuz Şehir
 
 
Bu senenin büyük seyahatini Tayland’a planlamıştım. Hazırlıklar neredeyse altı ay öncesinden bitmişti. Kitaplar okunmuş, araştırmalar ve rezervasyonlar yapılmıştı. Herşey kafamda tamamdı. 26 Nisan gecesi uçacağımı aklıma not edip işle ilgili seyahatlere konsantre oldum. Son dakikaya kadar hep acil birşeyler çıktı ve ben Tayland uçuş günümü ve saatimi bir daha düşünmeye fırsat bulamadım. Taa ki 26 Nisan Cuma sabahına kadar. Sabah gözümü açtığımda kafamda tek bir cümle vardı “uçağımı kaçırdım”.

Nasıl olduğunu ben de bilmiyorum. Ama kendimle ilgili ya da daha çok biyolojik sistemimizin işleyişi ile ilgili ilginç birşey keşfettim.

Meğer uçağım 25 Nisan’ı 26 Nisan’a bağlayan gece yarısı 00:40 daymış. Ben öyle almışım bileti, 26 Nisan gecesi uçacağımı düşünerek. 25 Nisan akşamı bavulumu hazırlarken içimde bir sıkıntı vardı. Mutsuz denebilecek bir ruh hali içindeydim ve henüz uçağımın birkaç saat sonra kalkacağı konusunda aydınlanmamıştım. Bütün gece midem bulandı sebepsiz yere. Cuma sabahı uyandığımda fark ettim ki aslında vücudum yanlış birşeyler olduğunu bir gece önceden biliyordu. Fakat beynim henüz bu bilgiye ulaşamamıştı. İnsan sisteminin işleyişi beni her zaman hayrete düşürüyor. Ne denli az mükemmel olduğumuzu gördükçe de aynı ölçüde mütevazi hissediyorum kendimi bu koca evrende. Budist düşüncelerimin pekişmesini umuyordum Tayland seyahatim boyunca. Başlangıç doğru yöndeydi en azından.

Türk Hava Yolları da her hava yolu gibi acımasız. Uçağı kaçırma cezası olarak benden yüz elli avro alıp bir sonraki uçağa biletimi kesti. Neyse ki uçakta yer vardı da bilet farkı ödemedim.

Bangkok havaalanı Suvarnabhumi’den otelime limuzin servisi (AOT Limousine) ayarlamıştım. Aklınıza kuyruklu limuzinler gelmesin. Servisin adı bu sadece. Araçlar İsuzu ya da Toyota cipler genellikle. Oldukça iyi havalandırması olan, kutuplar derecesinde, konforlu, düzgün şoförlü araçlar. Taksinin yaklaşık iki katı daha fazlasına mal oluyorlar. Bangkok’taki son günlerimde karar verdim ki, ilk günümde iyi ki böyle bir servisi tercih etmişim. Çünkü Bangkok’un taksi şoförlerinin öncelikle ingilizceden, sonra adresten ve en son da terbiyeden haberleri yok ne yazık ki. Hepsi at hırsızı görünümlü ve davranışlı adamlar. Havaalanı ile Bangkok merkez arası taksi ile yaklaşık 500 ila 600 baht arasında değişiyor ve paralı geçişleri, gişelerde yolcunun kendisi ödemek zorunda. Bunu Koh Samui dönüşü otelime giderken taksi şoförünün bana dönüp “money money” diye bağırması sonucu öğrendim. Önce anlayamadım ne demek istediğini. “Neden şimdi para vereyim ki sana” dedim beni anlamadığını bile bile. Sonra fark ettim ki gişelere gelmişiz. Limuzin servisinde böyle bir muamele söz konusu değil. Para zaten otele ödeniyor, otel üzerinden rezervasyon yapıldığı için. Miktar 1200 baht, ama değer, en azından ülkeye ilk ayak basışta.

 
                                                     Old Bangkok Inn
Old Bangkok Inn hayal ettiğim gibi butik ve ruhu olan bir oteldi. Güler yüzlü bir resepsiyonist ile karşılaştım ilk, Ead. Sonradan arkadaş olduk onunla. Hemen buzlu çay ve ıslak mendil ikram edildi, yolculuğumun nasıl geçtiği soruldu. Ead’e görmek istediğim yerleri sordum. Önüme bir harita koydu ve çok sakin bir tavırla tek tek hepsini işaretledi.

“OBI... Biz buradayız.” Haritanın üzerinde Old Bangkok Inn bu şekilde işaretlenmişti.

“Damnoen Saduak, yüzen markete gitmek istiyorum. Yarın sabah mümkün olur mu?” diye sorduğumda yüzünde ufak bir onaylamama ifadesi gördüm Ead’in.

Damnoen Saduak Bangkok’un 104 km güney batısında kalan yüzen bir market. Bangkok’un en başta gelen turist uğrak yerlerinden biri. Tavsiye edildiğine göre çok erken saatlerde orada olmak gerekiyormuş. Ead gidip gelmenin yaklaşık üç saat süreceğini ve değmeyeceğini söyledi. Bangkok’ta da yüzen marketler mevcut. Bunlardan biri de Khlong Bangkok Noi. Toplu taşıma kanal teknelerine binmek istemedim.  Kanallarda uzun kuyruklu kıçtan motorlu tekneler taksi görevi yapıyorlar. Bangkok çevresindeki kanalları görmek için bu teknelerden birini kiralamak mümkün. Bunun için Chao Phraya nehri kenarındaki iskelelerden birine gitmek yeterli. Her isteğe göre bir çözüm mevcut. Yeter ki tekne sahiplerinin istedikleri fahiş fiyatları ödemeye razı olun.


 
                                                           Khlong Bangkok Noi
Otelden çıkıp bir tuktuk’a bindim. Tuktuk fiyatları da sürücüsüne göre değişiyor. Mutlaka pazarlık yapmak gerek. Aynı yolu gittiğinizin iki ya da üç katı fiyatla dönmeniz mümkün.

 
                                                            Long Tail Boat kaptan
Yüzen markete gitmek için kuyruklu teknemi ( long tail boat ) Wat Mahathat’a en yakın  iskeleden tuttum. Wat Mahathat’dan biraz bahsetmek istiyorum. Çünkü önemli bir budist merkezi bu tapınak. Aynı zamanda bir Vipassana meditasyon merkezi de. Yürüme meditasyonuna konuk oldum bir seferinde. Kitaplarda okuduğum yürüme meditasyonunun toplu halde nasıl yapıldığını merak ediyordum bir süredir. Kapıdan kafamı uzattım. Meditasyon yapan yaşlı bir kadın bana sessizce tebessüm etti ve eli ile içeri girmemi işaret etti onlara katılmam için. Budizmin herkese açık olan kapısından girmek çok kolay. Kimse kimseyi yargılamıyor, ön koşullar yok. Sadece saygı çerçevesinde anlayış ve kabullenme var.  Kendinizi dışardan biri gibi değil, onlardan biri gibi hissediyorsunuz ilk andan itibaren. Meditasyona katılmasam da birkaç dakika onları izledim sessizce.

Wat Mahathat’ın duvarları dışında yan yana dizilmiş pek çok tezgah göreceksiniz. Burası “amulet” yani tılsım ya da nazar pazarı. Tay budistler bu küçük tılsımlara çok önem veriyorlar. Çoğu, Budha figürlerinden oluşmakta. Özenle seçtikleri Budha figürlerine günlük hayatlarının her anında yer veriyorlar. Kendi amuletlerimi bu pazardan almadım. Wat Bovornives’de tapınağın sattığı kutu içinde daha şık amuletler var. Eğer yolunuz düşerse bu tapınağı tavsiye ederim. Wat Bovornives de Bangkok’un önemli tapınaklarından ve meditasyon merkezlerinden biri.

Tayland ve Budizm ile ilgili ayrı bir yazı yazmayı planlıyorum. Budizmi Tayland’da her yerde görmek ve hissetmek mümkün. Fakat benim düşündüğüm, inandığım, kitaplardan okuduğum budizmden oldukça farklı bir durum söz konusu bu ülkede.

Long Tail Boat sahipleri de taksi şoförlerini aratmayacak derecede at hırsızı. Bir saat kanal turu için benden bin baht istediler. Yüzen markete gitmek istediğimi söyleyince tur iki saate, ödemem gereken miktar da iki bin bahta çıktı anında. Gezinin içine Wat Arun’u da almak istiyordum çünkü. Pazarlık mutlaka şart. Bin beşyüz baht dedim. Olmaz deyip gitmeye yeltendi. Ama gitmedi. Sonunda bin yediyüz bahta anlaştık, ama yine de fahiş bir rakam ödediğimin farkındaydım. Tek başıma olduğum için bu tip yüksek masrafları göze almıştım yola çıkarken.

 
 
                                                              Khlong Bangkok Noi
Chao Phraya, Ganga kadar olmasa da tam anlamıyla leş gibi bir nehir. Kuyruklu tekneler nehirde cirit atıyorlar. Kaptan beni teknenin tam ortasına oturttu. Bu teknelerde yolculuk etmek keyifli. On dakika sonra Khlong’a girmiştik  Khlong, Tay dilinde kanal anlamına geliyor. Kanal boyunca ahşaptan yoksul, virane evleri geçtik. Evler yine ahşap kalaslar üzerine oturtulmuş, nehrin üzerinde yükseliyorlardı. Zaman zaman teraslarda, çöl güneşi altında hareketsiz dinlenen tembel kertenkeleleri andıran insanlar gözüme çarpıyordu. Bazen de nehirde oynayan çocukların enerjisi beni eğlendiriyor, vücuduma yapışan rutubeti unutturuyordu. Etrafımdaki herşey yabancıydı ve gözlerim bu yabancılığa açlardı aylardır. Yeni şekiller, kokular, renkler, sesler... Beş duyuma hitap eden bir şölen içindeydim adeta. Hayır, ne temiz, ne de mis... Sadece farklı... Olabildiğince farklı...

 
                                                Khlong Bangkok Noi Yüzen Market
Kaptan arkamdan hello diye seslenip eli ile suyu işaret etti. Daha dikkatli bakınca, koca kafalı bir yılanın nehir kıyısında süzülerek yüzdüğünü fark ettim. Çevremdeki herşey açlığımı doyuracak nitelikteydi. Fotoğraflarını çektim.

 
Khlong Bangkok Noi, küçük bir yüzen market. Kaptan beni bir iskeleye çıkardı ve yarım saat sonra yine aynı yerden alacağını işaret etti. Konuşarak birbirimizi anlamadığımız için işaret dili en etkili yöntemdi aramızdaki.

 
                                                 Khlong Bangkok Noi Yüzen Market
 Yüzen marketler genellikle yemek üzerine hizmet veriyorlar. Woklarda pişen sebzeler, etler ve envai çeşit sos. Tay mutfağının en büyük özelliği ağızda gerçekten de heyecan uyandıran tadlar bırakan sosları. Toprak küpler içinde rengarenk sebzelerin sergilendiği ve anında pişirilip servis yapılan ufak tekneyi gözüme kestirmiştim. İnsan bu kalabalığın ve seçeneğin içinde ne yiyeceğine karar vermekte güçlük çekiyor, özellikle ülkedeki ilk gününde. Dolayısı ile gözüme en çok hitap eden alternatife yönlendim. Tüm yolculuğum boyunca da yemek konusunda hiç yanılmadım. Yediğim herşey inanılmaz lezzetliydi.


Yarım saat sonra yemeğimi yemiş kaptanı iskelede bekliyordum. Beni görünce hemen manevra yapıp yanaştı. Sonraki durağımız Wat Arun yani Gün Doğumu Tapınağı’ydı.

Bu tapınak diğerlerinden farklı şekilde süslenmiş. Merkez Pagoda rengarenk seramik çiçeklerle bezeli. Tapınağın tamamında ince ince işlenmiş pek çok figür görmek mümkün. Detaylar inanılmaz güzellikte. Tapınağın tamamından çok, dantel gibi işlenmiş sayısız figürleri beni etkiledi. Objektifimi bu detaylara doğrulttum çoğunlukla.

 
                                                               Wat Arun detay
Merkez Stupa iki kademeden oluşuyor. Her iki kata da çok dik merdivenlerle çıkılıyor. Hatta ikinci kademede daha da dikleşiyor basamaklar. Fotoğraf ve sırt çantamla tırmanmak yorucu oldu. Sıcak ve rutubet de çantalarımla birlikte beni aşağıya çekmeye çalışıyorlardı. Nefes nefese kendimi en tepede buldum. Aşağıya baktığımda paniğe kapıldığımı itiraf etmeliyim. Aşağıya inebileceğimi sanmıyordum bu kadar yükle. Kendime de kızdım neden bu kadar çok çanta taşıyorum diye. Fakat iniş çok daha kolay oldu. En tepeden Chao Phraya nehrinin güzel bir manzarası var. Gelip geçen büyüklü küçüklü tekneler, bulutlar ve masmavi gökyüzü... Çıkmanızı tavsiye ederim. Ama benim gibi paniğe kapılmayın.

 
                                                Wat Arun'dan Chao Phraya nehri
Küçük tekne turum bitmişti ve bindiğim noktaya geri döndüm. Amulet pazarının içinden yürüyüp Bangkok’un bir başka önemli tapınağı Wat Pho’da buldum kendimi. Tüm turistler o tarafa doğru yürüyorlardı ve benim elimde şehre ait bir harita bile yoktu. Kendimi Bangkok’un günlük akışına bırakmıştım. Önceden araştırma yapmış olmama rağmen neyi hangi sıra ile gezeceğimi ya da gezmem gereken yerlerin nerelerde olduğunu bilmiyordum. Oldukça özgürleştirici bir his bu. Budist bir ülkede, bir tapınaktan diğerine, elimde harita, koşturmak istememiştim. Zaten bir şekilde kendimi bu önemli tapınaklarda buldum her seferinde.

 
                                                           Reclining Buddha, Wat Pho
Wat Pho ziyaret edilmesi gereken tapınaklardan biri Bangkok’ta. Geleneksel Tay masajının burada doğduğu söyleniyor. Budist rahipler tarafından masaj dersleri veriliyor aynı zamanda. Tapınak “Reclining Buddha” heykeline de ev sahipliği yapıyor. Heykel on beş metre yüksekliğinde ve kırk üç metre uzunluğunda yan yatmış pozisyonda ziyaretçilerini ağırlıyor. Heykelin ayak tabanlarında yüz sekiz adet sedef kakmalı figür görülüyor. Yüz sekiz, budizmde de önemli bir rakam hiduizmde olduğu gibi. Lord Budha’yı yüz sekiz sembol ile ifade ediyor bu sedef kakmalar. Dansçılar, beyaz filler ya da çiçekler kullanılmış bu ifadelerde. Heykelin arkasına düşen bölümde ise yine yüz sekiz adet büyükçe metal kase var. Ufak bir bağış karşılığı size küçük bir case içinde yüz sekiz adet metal sikke veriliyor. Her bir kaseye bir adet sikkeyi atarak dilekte bulunuyorsunuz. Bunu yapmanın şans getirdiğine inanılıyor. Budizm felsefesine karşı olan bir düşünce şekli aslında. Belki de buradaki asıl amaç tapınak için bağış yaptırmaktır. Çünkü budist rahipler yapılan bağışlarla hayatlarını sürdürüyorlar. Yine bağışlarla, tapınakların bakımı yapılıyor. İnançlarına sıkı sıkıya bağlı olan Tay’lar bağış konusunda oldukça eli açıklar.

Bangkok’taki ilk günüm neredeyse bitmek üzereydi. Otele dönüp günün ikinci duşunu aldım. Ead akşam yemeği için bana geleneksel bir Tay restaurantı tavsiye etmişti. Benim zevkim için bile oldukça gelenekseldi çünkü bir tane bile turist yoktu etrafta. Sadece Tay aileler, canlı Tay müziği eşliğinde haftasonu yemeklerini yiyorlardı. İçeri girer girmez gülümsedim kendi kendime. İçimden “bu da böyle bir tecrübe olsun” diyerek diğerlerinin meraklı bakışları altında tek başıma masama kurulup ansiklopedi uzunluğundaki menüyü incelemeye koyuldum. Tay mutfağına önceden pek aşina olmadığım için tatilim boyunca menülerden yemek seçmek benim için tam bir macera oldu. Tom Yum Goong çorbası ve Pad Thai turistler için oldukça popüler seçenekler. Kilo vermeye çalıştığım için pilav ve noodle’dan uzak durmaya özen gösterdim. 
 
                                               
                                                                  Singha
 Khaosan caddesi, diğer bir deyişle backpacker cenneti otelimden beş dakika yürüme mesafesindeydi. Bu sokağa adım atınca görüntü birden değişiyor. Kısıtlı bütçe ile seyahat eden turistlerin mekanı burası. Barlar, restaurantlar, dükkanlar, tezgahlar, masaj salonları ve ucuz oteller bu bölgede toplanmış. Ne ararsanız var yani. Nereye gideceğimi bilmeden etrafımdaki renkli dünyayı ve barlarda oturan turistleri seyrederek yürümeye koyuldum. Gece hayatı devam ediyordu. Çoğunluk sarhoştu, ellerinde Chang ya da Singha biraları ile... Benimse son bir yıldır canım öyle çok fazla içki içmek istemiyor. Sosyal olmak adına bir iki kadeh şarap ya da bir şişe bira içiyorum sevdiğim markalar olursa. Ama içmiş olmak için içmekten uzak hissediyorum kendimi.
 
 

                                                               Lee, Khaosan
 Sağda gözüme küçük bir sokak çarptı. Tecrübelerimden söyleyebilirim ki küçük sokaklar insanı daima şaşırtırlar. İçlerinde hiç beklenmedik sürprizlerle karşılaşabilirsiniz. Önümde uzayan geniş ve kalabalık caddeye aldırış etmeden daldım bu küçük sokağa. Benim beklenmedik sürprizim de bir erkek çocuğunu anımsatan kısa saçları, sevimli gülümsemesi ile Lee oldu. Şimdi adını hatırlamadığım, dışarıdan düzgün görünüşlü bir spa gözüme çarpmıştı on metre yürüdükten sonra. Bu spada sefil görünüşlü turistler, kendinden geçmiş yüz ifadeleri ile ayak masajı yaptırmıyorlardı. Böylelikle düzgün bir yer olduğuna karar verdim kendimce. İçeri girdim. Masaj yaptırmak istediğimi söyledim. Yarım saat ayak, yarım saat de sırt ve boyun bölgesi kombinasyonuna karar vermiştim. Böylelikle masözüm Lee tarafından ayak yıkama bölümüne alındım. Tayland bir masaj cenneti. Hem çok ucuz, hem de ne yaptılarını iyi biliyorlar. Masaj deneyimlerimle ilgili de ayrı bir yazı yazmayı planlıyorum.

Tayland ile ilgili kanımca bahsedilmesi gereken üç önemli konu var. Budizm, Tay masajı ve yemekleri. Yemeklerini çok beğenmiş olmam dışında, pişirme ile ilgili hiçbir tecrübem olmadığından, bu konudan uzak durmayı tercih edeceğim. Yalnızca ilgilenenler için ufak bir not düşmek istiyorum. Tayland’da, Tay mutfağını öğreten çok sayıda kurs var. Eğer zamanınız varsa ve bu şahane mutfakla ilgili birşeyler öğrenmek istiyorsanız bu yemek kurslarına katılmanız mümkün. İnternet yolu ile önceden rezervasyon da yaptırabilirsiniz.

Lee masajımı bitirdiğinde Tay masajının, Bali masajından ne kadar farklı olduğunu öğrenmiştim. Bel ve sırt masajından sonra omuzlarımdan ve belimden tonlarca yükün kalkmış olduğunu hissettim. Yolculuğum boyunca da düzenli olarak masaj yaptırmayı ihmal etmedim.

Ead’e kahvaltımı sabah sekiz gibi alacağımı söylemiş olmama rağmen uyanamadım. Gözlerimi o saatlerde açmış olsam da vücudum yataktan kalkmak istemedi. Tatilimin ilk sabahında nereye koşturacaktım ki? Önümde iki haftadan fazla zaman vardı. Tembellik yapmaya karar vererek dokuz buçuğa kadar uyudum.

 
 
                                                                    Ead ve ben
Old Bangkok Inn’in kahvaltıları tek kelime ile şahane. Ead beni gülen bir yüzle karşıladı. Önüme rengarenk, soyulmuş egzotik meyvelerden oluşan bir tabak koydu önce. Çünkü otele vardığımda meyve tabağı istediğimi belirtmiştim bana doldurttukları kahvaltı formunda. Ayrı bir tabakta yarım bir mango duruyordu. Bu mango otelin sahibesinin bahçesindeki elli yıllık mango ağacından koparılmıştı. Nasıl tatlı ve lezzetli olduğunu anlatamam. Ead sabah gelirken yine benim için muz yaprağına sarılı sticky rice almış. Yanında da hindistancevizi pancake ikram edildi, ben “cennetteyim galiba” diye düşünmeye başlamışken.
 
Otele ilk vardığımda Ead ile budizm hakkında sohbet etmiştik. Kendime budist demeyi tercih etmediğim halde budizm felsefesine inandığımdan bahsetmiştim. Ead, önemli bir budist öğretmen ve şair olan Vietnamlı  Thich Nhat Hanh ın yazılarını okuduğunu ve budist rahip Tayland’ı ziyaret ettiğinde söyleşilerine katıldığını söyleyerek bana bir kitap uzattı. Kitap budizm ile ilgili genel bilgiler veren bir başlangıç kitabıydı. Kitabın ilk sayfasına da ufak bir not düşmüştü. Böyle bir hediyeyi beklemiyordum.

Her anın bir hikayesi olduğunda daha fazla anlam kazanacağını düşünürüm. Bu anın da bir hikayesi vardı kafamda.

Her yolculuğa çıkışta yanıma mutlaka bir ya da iki kitap alırım. Evden çıkarken son dakikada Pema Chödrön’un ikinci defa okumaya başladığım “When Things Fall Apart” kitabını yanıma almıştım. Pema, okumayı ve dinlemeyi çok sevdiğim budist bir öğretmen. Bu kitabını okumak beni çok rahatlatmıştı ve bu yüzden de yanımda olmasını istemiştim. Beni tanıyanlar kitaplarımın ne kadar değerli olduğunu ve onları kimseye vermekten hoşlanmadığımı bilirler. Herşeyin bir nedeni olduğuna inanmasam da, Pema’nın kitabının yanımda olması o anın bir parçasıydı. Onu hediye ederken, Ead’in doğru insan olduğunu düşündüm. Kitabıma iyi bakılacaktı.

 
                                                                  Chatuchak
Günlerden pazardı ve haftasonu Bangkok’un kaçırılmaması gereken en önemli olaylarından biri de Chatuchak pazarıydı. Burası Tayland’ın en büyük açık pazarı. Aklınıza gelebilecek herşeyi bu pazarda bulmanız mümkün. Almayı düşündüğünüz tüm hediyeleri Chatuchak’tan temin edebilirsiniz.
 
Chatuchak’a gitmek için toplu taşımayı kullanmaya karar verdim. Ama önce otelimden on dakika yürüme mesafesinde olan Wat Bovornives’e uğrayıp amuletlerimi aldım, fotoğraf çektim, yolda bir tuktuk sahibine nazikçe hakaret ettim, o da bana aptal olduğumu söyledi. Bangkok’daki ikinci günümde gerçekten eğleniyordum. Dönüşte de sevimli görünüşlü bir kitapçıda kahve molası verdim.

 
                                                                 Chatuchak
Ead toplu taşımayı nasıl kullanacağımı söylediyse de tam olarak kanal teknesine nereden bineceğimi kestiremiyordum. Kitapçının sahibesi ile sohbet etmeye başladık. Daha doğrusu ingilizce konuşabildiğini fark ettiğimde onu soru yağmuruna tuttum. Sonunda bir kağıt çıkardı ve bana şimdiye kadar gördüğüm en düzgün krokiyi çizerek kanal teknesine nereden bineceğimi, hangi durakta ineceğimi, ne kadar para ödeyeceğimi ve sky treni anlatarak krokinin üzerine Tay alfabesi ile yerlerin isimlerini yazdı. Sonunda elimde ufak bir sanat şahaseri ile kitapçıyı terk ettim. Krokiye göre kanal teknesine bineceğim yerde Golden Mountain denilen önemli bir tapınak varmış. Tapınağın gerçek adı Wat Sraket. O bölgedeki en yüksek nokta olduğu ve stupası altın renginde olduğu için Altın Dağ olarak da biliniyor bu tapınak. Diğer tapınaklardan farkı ne diye sorarsanız, pek bir farkı yok. Sadece çok güzel ve modern hediyelik objeler hazırlamışlar bu tapınağa ait. Uğramanızı tavsiye ederim benim gibi ufak tefek sevimli objelerden hoşlanıyorsanız.

 
                                              Wat Sraket'e çıkan merdivenler
Kanal teknesi bizim dolmuşlar gibi. Kanal boyunca duraklarda insanlar inip biniyorlar. On iki baht ödüyorsunuz bu yolculuk için. Yani hiçbir şeye yakın bir miktar. Durağımda inip biraz yürüdükten sonra kendimi alışveriş merkezleri ile kaplı bir meydanda buldum. Henüz şehirle ilgili yön duygum gelişmediği için tam olarak nerede olduğumu bilmiyordum. Bangkok’taki son günümde fark ettim ki her iki tarafı da alış veriş merkezleri ile kaplı uzun bir caddenin başındaydım. İlk gözüme çarpan bina kültür ve sanat merkezi oldu. Gallery Drip Coffee’yi burada keşfettim.

 
                                              Gallery Drip Café


Küçük bir café burası. Özelliği drip kahveleri. Bildiğimiz filtre kahve aslında. Bir süzgeç kağıdı üzerine koydukları öğütülmüş kahve tanecikleri üzerinden sıcak su döküp kahvenin esansını, yağlarını, tadını bir kaba toplayıp servis ediyorlar. Bunun için de özel bir bar oluşturmuşlar. Süzme işlemini ise renkli seramik süzgeçlerle yapıyorlar. Eğer soğuk kahve içmek isterseniz kahve sürahilerde servis ediliyor ve siz bu sürahiden içiyorsunuz kahvenizi. Orijinal bir his koca sürahilerle kahve içmek. Yalnız o geceyi uykusuz geçirdiğimi itiraf etmeliyim.

 
Wat Intrawihan
 Chatuchak haftasonu pazarı sonsuz büyüklükte bir yer. Giyimden, sanata, antikalara, cilt bakımına kadar herşey buradaki sayısız tezgahlarda, küçük galerilerde satılıyor. Büyüklüğünü gördüğümde gözlerime inanamadım. Çeyreğini bile görmeye fırsat bulamamış olsam da tüm hediyelerimi alabilmem için yeterli zaman geçirdim burada. Sıcak ve rutubet pazarda dolaşmayı ayrıca hiç kolaylaştırmıyor. Birkaç saatten sonra baştan aşağı ıslanmış t-shirtümle kendimi havalandırması olan bir yere atmak için sonsuz bir istek duymaya başlıyordum genellikle. Tüm renkleri ve enerjisine rağmen, Chatuchak da pek farklı değildi. Bangkok’taki son günümdü, en azından şimdilik. Fakat eve dönmeden önce şehirde bir buçuk gün daha geçirdim. Ülkenin kuzeyine ve adalara geçmeden önce Bangkok ile ilgili son anılarımdan da bahsetmek istiyorum. Çünkü hem Bangkok’un farklı bir bölgesini keşfetme, hem de bir tapınakta toplu olarak meditasyon yapma fırsatı bulabildim.


İki hafta sonra Old Bangkok Inn’e geri döndüğümde Ead beni bekliyordu. Saat o kadar geç olmadığından otelin yakınındaki standing Buddha heykelinin bulunduğu Wat Intrawihan’ı ziyaret etmemizi teklif etti birlikte. Budizmi icra eden bir budistle tapınakta zaman geçirme ve gelenekleri hakkında az da olsa birşeyler öğrenme fikri beni mutlu etmişti.

 

Ayakta duran Budha heykeli otuz iki metre yüksekliğinde ve on metre genişliğinde. Heykel cam mozaik ve yirmi dört ayar altın ile süslenmiş. Ead, adaklarımızı aldı. İki çiçek çelengi, tütsüler ve ne olduğunu anlamadığım kağıt parçaları. Meğer kağıt parçalarının içinde altın rengi yaldızlar varmış. O yaldızları ayakta duran Budha heykelinin ayaklarına yapıştırıp dilek diledik. Çiçekleri de ayaklarının üstüne bıraktık. Tütsüleri yaktık. Tek düşündüğüm, dilek dilemenin ne kadar anti-budist olduğuydu. Fakat bu tip ufak seremoniler beni her zaman mutlu etmiştir. Dilek bile tuttum. Her adımda Ead fotoğraflarımı çekiyordu. Tam on altı gündür neredeyse hiç poz vermemiştim, birkaç durum dışında. Şimdi ise birkaç fotoğrafımın çekilmesi hoşuma gitmişti. Ardından tapınağın başka bir bölümüne geçtik. Burası havalandırmalı, küçük, yuvarlak bir odaydı. İçerisi meditasyon yapan Taylarla doluydu. Biz de kendimize bir yer bulup oturduk. Her zaman olduğu gibi ilk beş dakika nefesimi kontrol etmekte zorluk çektim. Ardından vücudum yavaş yavaş çözüldü. Kendimi, odayı dolduran mantra’ya kaptırdım. CD’den çalıyorlardı sanırım. Canlı bir koro yoktu etrafta, zaten yer de yoktu. Odadaki tek Tay olmayan kişi bendim. Yaklaşık yirmi dakika meditasyon yaptık.

 
                                           Wat Intrawihan
Bangkok’a sonsuz şehir dememin nedeni bu şehirde her zevke göre pek çok alternatifin olması. Görülmesi gereken  bölgelerden biri de görünüşe göre tüm expat’ların ve büyük otel zincirlerinin toplanmış olduğu Sukhumwit’di.  Soi 21 den başlayıp bütün bölgeyi sokak numaralarına göre gezebilirsiniz. Her sokakta farklı bir restaurant, bar, gece kulübü bulmak mümkün. Benim aradığım restaurant ise Soi 12’deydi.

Bangkok’un yaratıcı mekanlarından biri Cabbages & Condoms.


                                                    
                                                   Cabbages & Condoms
Aile planlamasının herkesin ulaşabileceği bir konsept olmasından yola çıkılarak yaratılmış bu fikir. Şimdilerde turistlerin en çok gittikleri restaurantlardan biri Bangkok’ta. Sadece ilginç dekorasyonu ile değil aynı zamanda geniş ve lezzetli menü seçenekleri ile de ziyaret edilmesi gereken bir mekan. İçeriye ilk girdiğimde fark etmedim dekorasyonun özelliğini. Evet restaurantın adından anlaşılacağı gibi konsept condom’du. Fakat daha dikkatli baktığımda etraftaki küçük aydınlatmaların condom’dan şekiller yaratılarak dizayn edilmiş olduğunu fark edip kendi kendime güldüm ve çoğunun fotoğraflarını çektim. En çok sevdiğim ise “Angry Bird”  oldu.

 
Ertesi gün Bangkok’taki son günümdü ve ne yapmak istediğime karar verememiştim. Sukhumwit’i gündüz gözü ile tekrar görmek istiyordum. Böylelikle kanal teknesine binip MBT alışveriş merkezinin olduğu meydana geldim. Gallery Drip Coffe’nin bulunduğu kültür ve sanat merkezi ile karşılıklı bu alışveriş merkezi. Caddenin adı Rama I ve bir süre hiçbir yere sapmadan dümdüz yürüdüğünüzde Sukhumwit’e bağlanıyor. Yolda pek çok alışveriş merkezi geçtim. Hiçbiri ilgili çekmedi açıkçası. Kendime, öğlen kahvemi içecek düzgün bir café arıyordum ki karşıma JW Marriot otelin girişinde bulunan The Bangkok Bakery çıktı. İçeri girdikten sonra fark ettim ki burası expat’lerin tercih ettiği bir öğle yemeği mekanıydı. Yalnız itiraf etmeliyim, cappucino yanında servis edilen karamelli kurabiye şimdiye kadar yediğim en lezzetli şeydi. Gerçekten abartmıyorum. Garson kızı çağırıp ne olduğunu sordum. Sadece Swiss cookie dedi. Şeker yemeyi bıraktığım için diğer kek ve kurabiyelerden tatmamak konusunda kendimle savaşıp başarılı oldum. Eğer yolunuz o tarafa düşerse lütfen uğrayıp muhteşem görünüşlü muffin ve keklerden benim için de tadın.

 
                                                     Erawan Çay Evi
 Keyifli bir kahveden sonra yürüyüşüme devam ettim. Yolumun üzerinde alışveriş merkezleri uzayıp gidiyordu. Yine şans eseri şık görünüşlü birinin içine girip Erawan Tea Room’u keşfettim.


Hyatt Otel tarafından işletilen çay evi şimdiye kadar ziyaret ettiklerimin en gösterişlisiydi. Sadece çay değil, Tay mutfağından seçkin lezzetleri de burada tadabilirsiniz. Hafif bir öğle yemeği yedikten sonra çay içmek istediğimi söyledim. Koklamam için önüme bir numune kutusu koydular. Kutunun içinde pek çok çeşit çay vardı. Siyah, yeşil ve beyaz çay çeşitleri ile meyve çayları. Tatlı çay içemediğim için meyve çaylarını her zaman es geçerim. Öğle yemeği sonrası olduğu için de siyah çay tercih ettim. Sunumlar ve güler yüzlü servis mükemmeldi. Ev için ise şimdiye kadar hiç duymadığım mavi renkli bir bitkinin (Butterfly Pea Flower)  çayını aldım. Şimdilerde evimde keyifle mavi rengine hayran olarak içiyorum.


                                               Wat Arun detay
Bangkok’un büyüsüne kapılmamak elde değil. Benim için her gördüğüm, duyduğum, tatdığım şey yeni ve heyecan vericiydi. Arkadaşlarım yolculuğum boyunca zaman zaman sordular “tek başına hiç canın sıkılmadı mı?” diye. Hiç yalnız kalmadım ki. Yolda pek çok insanla karşılaşıp sohbet etme imkanı buluyorsunuz. Üstelik yeni yüzler, yeni hayatlar ve yepyeni hikayeler... Buradan eskileri taşımanın hiç bir anlamı yoktu benim için...

Bir sonraki yazım Tayland’ın kuzey şehirlerinden biri olan Chiang Mai hakkında...