Bangkok ... Sonsuz Şehir
Bu senenin büyük seyahatini Tayland’a
planlamıştım. Hazırlıklar neredeyse altı ay öncesinden bitmişti. Kitaplar
okunmuş, araştırmalar ve rezervasyonlar yapılmıştı. Herşey kafamda tamamdı. 26
Nisan gecesi uçacağımı aklıma not edip işle ilgili seyahatlere konsantre oldum.
Son dakikaya kadar hep acil birşeyler çıktı ve ben Tayland uçuş günümü ve
saatimi bir daha düşünmeye fırsat bulamadım. Taa ki 26 Nisan Cuma sabahına kadar.
Sabah gözümü açtığımda kafamda tek bir cümle vardı “uçağımı kaçırdım”.
Nasıl olduğunu ben de bilmiyorum. Ama kendimle
ilgili ya da daha çok biyolojik sistemimizin işleyişi ile ilgili ilginç birşey
keşfettim.
Meğer uçağım 25 Nisan’ı 26 Nisan’a bağlayan
gece yarısı 00:40 daymış. Ben öyle almışım bileti, 26 Nisan gecesi uçacağımı
düşünerek. 25 Nisan akşamı bavulumu hazırlarken içimde bir sıkıntı vardı.
Mutsuz denebilecek bir ruh hali içindeydim ve henüz uçağımın birkaç saat sonra
kalkacağı konusunda aydınlanmamıştım. Bütün gece midem bulandı sebepsiz yere.
Cuma sabahı uyandığımda fark ettim ki aslında vücudum yanlış birşeyler olduğunu
bir gece önceden biliyordu. Fakat beynim henüz bu bilgiye ulaşamamıştı. İnsan
sisteminin işleyişi beni her zaman hayrete düşürüyor. Ne denli az mükemmel
olduğumuzu gördükçe de aynı ölçüde mütevazi hissediyorum kendimi bu koca
evrende. Budist düşüncelerimin pekişmesini umuyordum Tayland seyahatim boyunca.
Başlangıç doğru yöndeydi en azından.
Türk Hava Yolları da her hava yolu gibi acımasız.
Uçağı kaçırma cezası olarak benden yüz elli avro alıp bir sonraki uçağa
biletimi kesti. Neyse ki uçakta yer vardı da bilet farkı ödemedim.
Bangkok havaalanı Suvarnabhumi’den otelime limuzin servisi (AOT Limousine) ayarlamıştım. Aklınıza kuyruklu limuzinler gelmesin.
Servisin adı bu sadece. Araçlar İsuzu ya da Toyota cipler genellikle. Oldukça
iyi havalandırması olan, kutuplar derecesinde, konforlu, düzgün şoförlü
araçlar. Taksinin yaklaşık iki katı daha fazlasına mal oluyorlar. Bangkok’taki
son günlerimde karar verdim ki, ilk günümde iyi ki böyle bir servisi tercih
etmişim. Çünkü Bangkok’un taksi şoförlerinin öncelikle ingilizceden, sonra
adresten ve en son da terbiyeden haberleri yok ne yazık ki. Hepsi at hırsızı
görünümlü ve davranışlı adamlar. Havaalanı ile Bangkok merkez arası taksi ile
yaklaşık 500 ila 600 baht arasında değişiyor ve paralı geçişleri, gişelerde
yolcunun kendisi ödemek zorunda. Bunu Koh
Samui dönüşü otelime giderken taksi şoförünün bana dönüp “money money” diye bağırması sonucu
öğrendim. Önce anlayamadım ne demek istediğini. “Neden şimdi para vereyim ki
sana” dedim beni anlamadığını bile bile. Sonra fark ettim ki gişelere gelmişiz.
Limuzin servisinde böyle bir muamele söz konusu değil. Para zaten otele
ödeniyor, otel üzerinden rezervasyon yapıldığı için. Miktar 1200 baht, ama
değer, en azından ülkeye ilk ayak basışta.
“OBI... Biz buradayız.” Haritanın üzerinde Old
Bangkok Inn bu şekilde işaretlenmişti.
“Damnoen Saduak, yüzen markete gitmek istiyorum.
Yarın sabah mümkün olur mu?” diye sorduğumda yüzünde ufak bir onaylamama
ifadesi gördüm Ead’in.
Damnoen
Saduak Bangkok’un 104 km güney batısında kalan yüzen
bir market. Bangkok’un en başta gelen turist uğrak yerlerinden biri. Tavsiye
edildiğine göre çok erken saatlerde orada olmak gerekiyormuş. Ead gidip
gelmenin yaklaşık üç saat süreceğini ve değmeyeceğini söyledi. Bangkok’ta da yüzen
marketler mevcut. Bunlardan biri de Khlong
Bangkok Noi. Toplu taşıma kanal teknelerine binmek istemedim. Kanallarda uzun kuyruklu kıçtan motorlu
tekneler taksi görevi yapıyorlar. Bangkok çevresindeki kanalları görmek için bu
teknelerden birini kiralamak mümkün. Bunun için Chao Phraya nehri kenarındaki iskelelerden birine gitmek yeterli.
Her isteğe göre bir çözüm mevcut. Yeter ki tekne sahiplerinin istedikleri fahiş
fiyatları ödemeye razı olun.
Otelden çıkıp bir tuktuk’a bindim. Tuktuk fiyatları da sürücüsüne göre değişiyor. Mutlaka pazarlık yapmak gerek. Aynı yolu gittiğinizin iki ya da üç katı fiyatla dönmeniz mümkün.
Yüzen markete gitmek için kuyruklu teknemi ( long tail boat ) Wat Mahathat’a en yakın iskeleden tuttum. Wat Mahathat’dan biraz bahsetmek istiyorum. Çünkü önemli bir budist merkezi bu tapınak. Aynı zamanda bir Vipassana meditasyon merkezi de. Yürüme meditasyonuna konuk oldum bir seferinde. Kitaplarda okuduğum yürüme meditasyonunun toplu halde nasıl yapıldığını merak ediyordum bir süredir. Kapıdan kafamı uzattım. Meditasyon yapan yaşlı bir kadın bana sessizce tebessüm etti ve eli ile içeri girmemi işaret etti onlara katılmam için. Budizmin herkese açık olan kapısından girmek çok kolay. Kimse kimseyi yargılamıyor, ön koşullar yok. Sadece saygı çerçevesinde anlayış ve kabullenme var. Kendinizi dışardan biri gibi değil, onlardan biri gibi hissediyorsunuz ilk andan itibaren. Meditasyona katılmasam da birkaç dakika onları izledim sessizce.
Wat
Mahathat’ın duvarları dışında yan yana dizilmiş pek
çok tezgah göreceksiniz. Burası “amulet”
yani tılsım ya da nazar pazarı. Tay budistler bu küçük tılsımlara çok önem
veriyorlar. Çoğu, Budha figürlerinden oluşmakta. Özenle seçtikleri Budha
figürlerine günlük hayatlarının her anında yer veriyorlar. Kendi amuletlerimi bu pazardan almadım. Wat Bovornives’de tapınağın sattığı kutu
içinde daha şık amuletler var. Eğer yolunuz düşerse bu tapınağı tavsiye ederim.
Wat Bovornives de Bangkok’un önemli
tapınaklarından ve meditasyon merkezlerinden biri.
Tayland ve Budizm ile ilgili ayrı bir yazı yazmayı
planlıyorum. Budizmi Tayland’da her yerde görmek ve hissetmek mümkün. Fakat
benim düşündüğüm, inandığım, kitaplardan okuduğum budizmden oldukça farklı bir
durum söz konusu bu ülkede.
Long
Tail Boat sahipleri de taksi şoförlerini aratmayacak
derecede at hırsızı. Bir saat kanal turu için benden bin baht istediler. Yüzen
markete gitmek istediğimi söyleyince tur iki saate, ödemem gereken miktar da
iki bin bahta çıktı anında. Gezinin içine Wat Arun’u da almak istiyordum çünkü.
Pazarlık mutlaka şart. Bin beşyüz baht dedim. Olmaz deyip gitmeye yeltendi. Ama
gitmedi. Sonunda bin yediyüz bahta anlaştık, ama yine de fahiş bir rakam
ödediğimin farkındaydım. Tek başıma olduğum için bu tip yüksek masrafları göze
almıştım yola çıkarken.
Chao Phraya, Ganga kadar olmasa da tam anlamıyla leş gibi bir nehir. Kuyruklu tekneler nehirde cirit atıyorlar. Kaptan beni teknenin tam ortasına oturttu. Bu teknelerde yolculuk etmek keyifli. On dakika sonra Khlong’a girmiştik Khlong, Tay dilinde kanal anlamına geliyor. Kanal boyunca ahşaptan yoksul, virane evleri geçtik. Evler yine ahşap kalaslar üzerine oturtulmuş, nehrin üzerinde yükseliyorlardı. Zaman zaman teraslarda, çöl güneşi altında hareketsiz dinlenen tembel kertenkeleleri andıran insanlar gözüme çarpıyordu. Bazen de nehirde oynayan çocukların enerjisi beni eğlendiriyor, vücuduma yapışan rutubeti unutturuyordu. Etrafımdaki herşey yabancıydı ve gözlerim bu yabancılığa açlardı aylardır. Yeni şekiller, kokular, renkler, sesler... Beş duyuma hitap eden bir şölen içindeydim adeta. Hayır, ne temiz, ne de mis... Sadece farklı... Olabildiğince farklı...
Khlong
Bangkok Noi, küçük bir yüzen market. Kaptan beni bir
iskeleye çıkardı ve yarım saat sonra yine aynı yerden alacağını işaret etti.
Konuşarak birbirimizi anlamadığımız için işaret dili en etkili yöntemdi
aramızdaki.
Yarım saat sonra yemeğimi yemiş kaptanı
iskelede bekliyordum. Beni görünce hemen manevra yapıp yanaştı. Sonraki
durağımız Wat Arun yani Gün Doğumu
Tapınağı’ydı.
Bu tapınak diğerlerinden farklı şekilde
süslenmiş. Merkez Pagoda rengarenk
seramik çiçeklerle bezeli. Tapınağın tamamında ince ince işlenmiş pek çok figür
görmek mümkün. Detaylar inanılmaz güzellikte. Tapınağın tamamından çok, dantel
gibi işlenmiş sayısız figürleri beni etkiledi. Objektifimi bu detaylara
doğrulttum çoğunlukla.
Merkez Stupa iki kademeden oluşuyor. Her iki kata da çok dik merdivenlerle çıkılıyor. Hatta ikinci kademede daha da dikleşiyor basamaklar. Fotoğraf ve sırt çantamla tırmanmak yorucu oldu. Sıcak ve rutubet de çantalarımla birlikte beni aşağıya çekmeye çalışıyorlardı. Nefes nefese kendimi en tepede buldum. Aşağıya baktığımda paniğe kapıldığımı itiraf etmeliyim. Aşağıya inebileceğimi sanmıyordum bu kadar yükle. Kendime de kızdım neden bu kadar çok çanta taşıyorum diye. Fakat iniş çok daha kolay oldu. En tepeden Chao Phraya nehrinin güzel bir manzarası var. Gelip geçen büyüklü küçüklü tekneler, bulutlar ve masmavi gökyüzü... Çıkmanızı tavsiye ederim. Ama benim gibi paniğe kapılmayın.
Wat Pho ziyaret edilmesi gereken tapınaklardan biri Bangkok’ta. Geleneksel Tay masajının burada doğduğu söyleniyor. Budist rahipler tarafından masaj dersleri veriliyor aynı zamanda. Tapınak “Reclining Buddha” heykeline de ev sahipliği yapıyor. Heykel on beş metre yüksekliğinde ve kırk üç metre uzunluğunda yan yatmış pozisyonda ziyaretçilerini ağırlıyor. Heykelin ayak tabanlarında yüz sekiz adet sedef kakmalı figür görülüyor. Yüz sekiz, budizmde de önemli bir rakam hiduizmde olduğu gibi. Lord Budha’yı yüz sekiz sembol ile ifade ediyor bu sedef kakmalar. Dansçılar, beyaz filler ya da çiçekler kullanılmış bu ifadelerde. Heykelin arkasına düşen bölümde ise yine yüz sekiz adet büyükçe metal kase var. Ufak bir bağış karşılığı size küçük bir case içinde yüz sekiz adet metal sikke veriliyor. Her bir kaseye bir adet sikkeyi atarak dilekte bulunuyorsunuz. Bunu yapmanın şans getirdiğine inanılıyor. Budizm felsefesine karşı olan bir düşünce şekli aslında. Belki de buradaki asıl amaç tapınak için bağış yaptırmaktır. Çünkü budist rahipler yapılan bağışlarla hayatlarını sürdürüyorlar. Yine bağışlarla, tapınakların bakımı yapılıyor. İnançlarına sıkı sıkıya bağlı olan Tay’lar bağış konusunda oldukça eli açıklar.
Bangkok’taki ilk günüm neredeyse bitmek
üzereydi. Otele dönüp günün ikinci duşunu aldım. Ead akşam yemeği için bana
geleneksel bir Tay restaurantı tavsiye etmişti. Benim zevkim için bile oldukça
gelenekseldi çünkü bir tane bile turist yoktu etrafta. Sadece Tay aileler,
canlı Tay müziği eşliğinde haftasonu yemeklerini yiyorlardı. İçeri girer girmez
gülümsedim kendi kendime. İçimden “bu da böyle bir tecrübe olsun” diyerek
diğerlerinin meraklı bakışları altında tek başıma masama kurulup ansiklopedi
uzunluğundaki menüyü incelemeye koyuldum. Tay mutfağına önceden pek aşina
olmadığım için tatilim boyunca menülerden yemek seçmek benim için tam bir
macera oldu. Tom Yum Goong çorbası ve
Pad Thai turistler için oldukça popüler
seçenekler. Kilo vermeye çalıştığım için pilav ve noodle’dan uzak durmaya özen
gösterdim.
Singha
Lee, Khaosan
Tayland ile ilgili kanımca bahsedilmesi
gereken üç önemli konu var. Budizm, Tay masajı ve yemekleri. Yemeklerini çok
beğenmiş olmam dışında, pişirme ile ilgili hiçbir tecrübem olmadığından, bu
konudan uzak durmayı tercih edeceğim. Yalnızca ilgilenenler için ufak bir not
düşmek istiyorum. Tayland’da, Tay mutfağını öğreten çok sayıda kurs var. Eğer
zamanınız varsa ve bu şahane mutfakla ilgili birşeyler öğrenmek istiyorsanız bu
yemek kurslarına katılmanız mümkün. İnternet yolu ile önceden rezervasyon da
yaptırabilirsiniz.
Lee masajımı bitirdiğinde Tay masajının, Bali
masajından ne kadar farklı olduğunu öğrenmiştim. Bel ve sırt masajından sonra
omuzlarımdan ve belimden tonlarca yükün kalkmış olduğunu hissettim. Yolculuğum
boyunca da düzenli olarak masaj yaptırmayı ihmal etmedim.
Ead’e kahvaltımı sabah sekiz gibi alacağımı
söylemiş olmama rağmen uyanamadım. Gözlerimi o saatlerde açmış olsam da vücudum
yataktan kalkmak istemedi. Tatilimin ilk sabahında nereye koşturacaktım ki?
Önümde iki haftadan fazla zaman vardı. Tembellik yapmaya karar vererek dokuz
buçuğa kadar uyudum.
Ead ve ben
Old Bangkok Inn’in kahvaltıları tek kelime ile şahane. Ead beni gülen bir yüzle karşıladı. Önüme rengarenk, soyulmuş egzotik meyvelerden oluşan bir tabak koydu önce. Çünkü otele vardığımda meyve tabağı istediğimi belirtmiştim bana doldurttukları kahvaltı formunda. Ayrı bir tabakta yarım bir mango duruyordu. Bu mango otelin sahibesinin bahçesindeki elli yıllık mango ağacından koparılmıştı. Nasıl tatlı ve lezzetli olduğunu anlatamam. Ead sabah gelirken yine benim için muz yaprağına sarılı sticky rice almış. Yanında da hindistancevizi pancake ikram edildi, ben “cennetteyim galiba” diye düşünmeye başlamışken.
Otele ilk vardığımda Ead ile budizm hakkında
sohbet etmiştik. Kendime budist demeyi tercih etmediğim halde budizm
felsefesine inandığımdan bahsetmiştim. Ead, önemli bir budist öğretmen ve şair
olan Vietnamlı Thich Nhat Hanh ın yazılarını okuduğunu ve budist rahip Tayland’ı
ziyaret ettiğinde söyleşilerine katıldığını söyleyerek bana bir kitap uzattı. Kitap
budizm ile ilgili genel bilgiler veren bir başlangıç kitabıydı. Kitabın ilk
sayfasına da ufak bir not düşmüştü. Böyle bir hediyeyi beklemiyordum.
Her anın bir hikayesi olduğunda daha fazla
anlam kazanacağını düşünürüm. Bu anın da bir hikayesi vardı kafamda.
Her yolculuğa çıkışta yanıma mutlaka bir ya da
iki kitap alırım. Evden çıkarken son dakikada Pema Chödrön’un ikinci defa okumaya başladığım “When Things Fall
Apart” kitabını yanıma almıştım. Pema, okumayı ve dinlemeyi çok sevdiğim budist
bir öğretmen. Bu kitabını okumak beni çok rahatlatmıştı ve bu yüzden de yanımda
olmasını istemiştim. Beni tanıyanlar kitaplarımın ne kadar değerli olduğunu ve
onları kimseye vermekten hoşlanmadığımı bilirler. Herşeyin bir nedeni olduğuna
inanmasam da, Pema’nın kitabının yanımda olması o anın bir parçasıydı. Onu
hediye ederken, Ead’in doğru insan olduğunu düşündüm. Kitabıma iyi bakılacaktı.
Günlerden pazardı ve haftasonu Bangkok’un kaçırılmaması gereken en önemli olaylarından biri de Chatuchak pazarıydı. Burası Tayland’ın en büyük açık pazarı. Aklınıza gelebilecek herşeyi bu pazarda bulmanız mümkün. Almayı düşündüğünüz tüm hediyeleri Chatuchak’tan temin edebilirsiniz.
Chatuchak’a gitmek için toplu taşımayı kullanmaya karar verdim. Ama önce
otelimden on dakika yürüme mesafesinde olan Wat
Bovornives’e uğrayıp amuletlerimi
aldım, fotoğraf çektim, yolda bir tuktuk sahibine nazikçe hakaret ettim, o da
bana aptal olduğumu söyledi. Bangkok’daki ikinci günümde gerçekten
eğleniyordum. Dönüşte de sevimli görünüşlü bir kitapçıda kahve molası verdim.
Ead toplu taşımayı nasıl kullanacağımı söylediyse de tam olarak kanal teknesine nereden bineceğimi kestiremiyordum. Kitapçının sahibesi ile sohbet etmeye başladık. Daha doğrusu ingilizce konuşabildiğini fark ettiğimde onu soru yağmuruna tuttum. Sonunda bir kağıt çıkardı ve bana şimdiye kadar gördüğüm en düzgün krokiyi çizerek kanal teknesine nereden bineceğimi, hangi durakta ineceğimi, ne kadar para ödeyeceğimi ve sky treni anlatarak krokinin üzerine Tay alfabesi ile yerlerin isimlerini yazdı. Sonunda elimde ufak bir sanat şahaseri ile kitapçıyı terk ettim. Krokiye göre kanal teknesine bineceğim yerde Golden Mountain denilen önemli bir tapınak varmış. Tapınağın gerçek adı Wat Sraket. O bölgedeki en yüksek nokta olduğu ve stupası altın renginde olduğu için Altın Dağ olarak da biliniyor bu tapınak. Diğer tapınaklardan farkı ne diye sorarsanız, pek bir farkı yok. Sadece çok güzel ve modern hediyelik objeler hazırlamışlar bu tapınağa ait. Uğramanızı tavsiye ederim benim gibi ufak tefek sevimli objelerden hoşlanıyorsanız.
Küçük bir café burası. Özelliği drip kahveleri. Bildiğimiz filtre kahve
aslında. Bir süzgeç kağıdı üzerine koydukları öğütülmüş kahve tanecikleri
üzerinden sıcak su döküp kahvenin esansını, yağlarını, tadını bir kaba toplayıp
servis ediyorlar. Bunun için de özel bir bar oluşturmuşlar. Süzme işlemini ise renkli
seramik süzgeçlerle yapıyorlar. Eğer soğuk kahve içmek isterseniz kahve
sürahilerde servis ediliyor ve siz bu sürahiden içiyorsunuz kahvenizi. Orijinal
bir his koca sürahilerle kahve içmek. Yalnız o geceyi uykusuz geçirdiğimi
itiraf etmeliyim.
Wat Intrawihan
Chatuchak
haftasonu pazarı sonsuz büyüklükte bir yer. Giyimden,
sanata, antikalara, cilt bakımına kadar herşey buradaki sayısız tezgahlarda,
küçük galerilerde satılıyor. Büyüklüğünü gördüğümde gözlerime inanamadım. Çeyreğini
bile görmeye fırsat bulamamış olsam da tüm hediyelerimi alabilmem için yeterli
zaman geçirdim burada. Sıcak ve rutubet pazarda dolaşmayı ayrıca hiç
kolaylaştırmıyor. Birkaç saatten sonra baştan aşağı ıslanmış t-shirtümle kendimi
havalandırması olan bir yere atmak için sonsuz bir istek duymaya başlıyordum
genellikle. Tüm renkleri ve enerjisine rağmen, Chatuchak da pek farklı değildi. Bangkok’taki son günümdü, en
azından şimdilik. Fakat eve dönmeden önce şehirde bir buçuk gün daha geçirdim.
Ülkenin kuzeyine ve adalara geçmeden önce Bangkok ile ilgili son anılarımdan da
bahsetmek istiyorum. Çünkü hem Bangkok’un farklı bir bölgesini keşfetme, hem de
bir tapınakta toplu olarak meditasyon yapma fırsatı bulabildim.
İki hafta sonra Old Bangkok Inn’e geri döndüğümde Ead beni bekliyordu. Saat o kadar
geç olmadığından otelin yakınındaki
standing Buddha heykelinin bulunduğu Wat
Intrawihan’ı ziyaret etmemizi teklif etti birlikte. Budizmi icra eden bir
budistle tapınakta zaman geçirme ve gelenekleri hakkında az da olsa birşeyler
öğrenme fikri beni mutlu etmişti.
Ayakta duran Budha heykeli otuz iki metre
yüksekliğinde ve on metre genişliğinde. Heykel cam mozaik ve yirmi dört ayar
altın ile süslenmiş. Ead, adaklarımızı aldı. İki çiçek çelengi, tütsüler ve ne
olduğunu anlamadığım kağıt parçaları. Meğer kağıt parçalarının içinde altın
rengi yaldızlar varmış. O yaldızları ayakta duran Budha heykelinin ayaklarına
yapıştırıp dilek diledik. Çiçekleri de ayaklarının üstüne bıraktık. Tütsüleri yaktık.
Tek düşündüğüm, dilek dilemenin ne kadar anti-budist olduğuydu. Fakat bu tip
ufak seremoniler beni her zaman mutlu etmiştir. Dilek bile tuttum. Her adımda
Ead fotoğraflarımı çekiyordu. Tam on altı gündür neredeyse hiç poz vermemiştim,
birkaç durum dışında. Şimdi ise birkaç fotoğrafımın çekilmesi hoşuma gitmişti.
Ardından tapınağın başka bir bölümüne geçtik. Burası havalandırmalı, küçük,
yuvarlak bir odaydı. İçerisi meditasyon yapan Taylarla doluydu. Biz de
kendimize bir yer bulup oturduk. Her zaman olduğu gibi ilk beş dakika nefesimi
kontrol etmekte zorluk çektim. Ardından vücudum yavaş yavaş çözüldü. Kendimi,
odayı dolduran mantra’ya kaptırdım. CD’den çalıyorlardı sanırım. Canlı bir koro
yoktu etrafta, zaten yer de yoktu. Odadaki tek Tay olmayan kişi bendim.
Yaklaşık yirmi dakika meditasyon yaptık.
Bangkok’un yaratıcı mekanlarından biri Cabbages & Condoms.
Ertesi gün Bangkok’taki son günümdü ve ne
yapmak istediğime karar verememiştim. Sukhumwit’i
gündüz gözü ile tekrar görmek istiyordum. Böylelikle kanal teknesine binip MBT alışveriş merkezinin olduğu meydana
geldim. Gallery Drip Coffe’nin
bulunduğu kültür ve sanat merkezi ile karşılıklı bu alışveriş merkezi. Caddenin
adı Rama I ve bir süre hiçbir yere
sapmadan dümdüz yürüdüğünüzde Sukhumwit’e
bağlanıyor. Yolda pek çok alışveriş merkezi geçtim. Hiçbiri ilgili çekmedi
açıkçası. Kendime, öğlen kahvemi içecek düzgün bir café arıyordum ki karşıma JW Marriot otelin girişinde bulunan The Bangkok Bakery çıktı. İçeri
girdikten sonra fark ettim ki burası expat’lerin
tercih ettiği bir öğle yemeği mekanıydı. Yalnız itiraf etmeliyim, cappucino
yanında servis edilen karamelli kurabiye şimdiye kadar yediğim en lezzetli
şeydi. Gerçekten abartmıyorum. Garson kızı çağırıp ne olduğunu sordum. Sadece Swiss cookie dedi. Şeker yemeyi
bıraktığım için diğer kek ve kurabiyelerden tatmamak konusunda kendimle savaşıp
başarılı oldum. Eğer yolunuz o tarafa düşerse lütfen uğrayıp muhteşem görünüşlü
muffin ve keklerden benim için de tadın.
Hyatt
Otel tarafından işletilen çay evi şimdiye kadar
ziyaret ettiklerimin en gösterişlisiydi. Sadece çay değil, Tay mutfağından
seçkin lezzetleri de burada tadabilirsiniz. Hafif bir öğle yemeği yedikten
sonra çay içmek istediğimi söyledim. Koklamam için önüme bir numune kutusu
koydular. Kutunun içinde pek çok çeşit çay vardı. Siyah, yeşil ve beyaz çay
çeşitleri ile meyve çayları. Tatlı çay içemediğim için meyve çaylarını her
zaman es geçerim. Öğle yemeği sonrası olduğu için de siyah çay tercih ettim. Sunumlar
ve güler yüzlü servis mükemmeldi. Ev için ise şimdiye kadar hiç duymadığım mavi
renkli bir bitkinin (Butterfly Pea Flower) çayını aldım. Şimdilerde evimde keyifle mavi
rengine hayran olarak içiyorum.
Wat Arun detay
Bangkok’un büyüsüne kapılmamak elde değil. Benim için her gördüğüm, duyduğum, tatdığım şey yeni ve heyecan vericiydi. Arkadaşlarım yolculuğum boyunca zaman zaman sordular “tek başına hiç canın sıkılmadı mı?” diye. Hiç yalnız kalmadım ki. Yolda pek çok insanla karşılaşıp sohbet etme imkanı buluyorsunuz. Üstelik yeni yüzler, yeni hayatlar ve yepyeni hikayeler... Buradan eskileri taşımanın hiç bir anlamı yoktu benim için...
Bir sonraki yazım Tayland’ın kuzey
şehirlerinden biri olan Chiang Mai hakkında...