Kız kardeşimin önce yazları, son bir yıldır da yaz kış oturmaya başladığı Alaçatı evi dolayısı ile son dört yıldır yazlarımı bu şirin köyde geçiriyorum. Yıllar boyunca bölgeye ait pek çok fotoğraf çekmişim. Fakat fark ettim ki, Alaçatı ve çevresi hakkında hiçbir şey yazmamışım.
Çeşme son yılların parlayan yazlık
mekanlarından biri oldu. Özellikle Temmuz ve Ağustos ayları akın eden yerli
turist sebebi ile bu aylarda ben bölgeden uzak durmaya çalışıyorum. Her yıl bir
yenisi açılan beach club ların
gürültüsü, şezlong savaşları, sokaklarda ve restaurantlarda yer kapmaca benim
tatil ve dinlenme anlayışımın çok dışında kavramlar. Üstelik zaten yüksek olan
Alaçatı fiyatları o dönemlerde tavan yapıyor.
Çeşme ve Alaçatı’nın en güzel zamanları Mayıs,
Haziran ve sezonun bitmesi itibarı ile de 1 Eylül’den sonrasıdır. Özellikle
ilkbaharın gelmesiyle tüm doğanın canlanışına köyde şahit olmak benim için
yazın gelişini kutlamanın en güzel şeklidir. Daha sonraki iki yapış yapış ayı
İstanbul’da, evimde, klimanın altında geçiştiririm.
Baharın habercisi gelincikler. Ildırı |
Bu sene Nisan sonunda Alaçatı açılışını
yaptım. Birkaç günlük kaçıştı benim için. Günler ılıman, hatta sıcaktı sıcak
olmasına ama akşamları kafamızı evden dışarı çıkaramamıştık soğuktan. Civar
köyleri gezip kendim için gelecekte olası yerleşim alanlarına baktım. Barbaros
köyü, Birgi köyü, Ovacık köyü ve derken Ildırı. Ne şahane bir köy Ildırı. Köyün
çok büyük bir kısmı sit alanı ilan edilmiş. Ildırı’nın antik çağlara ait adı
Erythrai. Burada ilk yerleşimin Tunç çağına ait olduğu düşünülüyor. Daha sonra
da Atina krallığına ait dönemden izler görülmekte. Bu bölgeden pek çok
medeniyet gelip geçmiş. Lidyalılar, Persler, Bergama Krallığı, Roma, Bizans,
Türk beylikleri ve sonunda da Osmanlı imparatorluğu bu bölgede hüküm sürmüş. Tırmanırken
karşınıza ilk M.Ö. üçüncü yüzyıla ait antik tiyatro çıkıyor. On dakikalık çok
da zor olmayan bir tırmanıştan sonra tepedeki Athena Tapınağı ve kiliseyi
görebilirsiniz. Kalıntılar Efes ya da Perge kadar etkileyici olmasa da
Ildırı’nın eski zamanlarda önemli medeniyetlerin bir merkezi ya da daha çok
geçiş noktası olduğunu hissedebiliyorsunuz. Ayrıca tabi muhteşem bir Ege Denizi
manzarası ile karşı karşıya kalmak insanın nefesini kesmeye yetiyor. Sahildeki
çay bahçesi gözleme yiyip çay içmek için keyifli bir mekan. Meydanda ufak tefek
restaurantlar da göze çarpıyor.
Ildırı
Çeşme’de Yelken Yapmak yazımda da bahsettiğim
gibi Haziran başında hava ve deniz mükemmeldi. Alaçatı hala sakindi. Çeşme ve
Sığacık Marinaları huzur doluydu bembeyaz tekneleriyle. Hele bir de Ege’ye
yelken açmak insanı bambaşka bir dünyaya taşıyor. Hava yelken için çok sakindi
Haziran’da. Fakat Ağustos bu bölgede rüzgarlı geçiyor. Bu yüzden seneye Ağustos
ayı yelken programlarına katılmaya karar verdim.
Alaçatı’da en çok köyün içine sabah
yürüyüşlerini severim. Fotoğraf makinemi de alıp civardaki ufak detayları
yakalamaya çalışırım. Özellikle yaz aylarında benim gibi boynundan fotoğraf
makinesi sarkan turistlere rastlamak çok olasıdır köyün dar sokaklarında. Yine
de hiç gocunmam. Çünkü herkesin bakışı, yorumu, kadrajı farklıdır. Şimdiye
kadar sıkıldığım da olmadı hep aynı sokakları fotoğraflamaktan. Her sene renkli
yerel dükkanlara bir yenisi ekleniyor. El işleri, antikalar, şipşirin sokak
arası restaurantları ve cafeleri. Her birine ufacık da olsa bir detay, espri ve
renk katılmış oluyor mutlaka. Kapıları rengarenk boyanmış, sokağa sarkan cicili
bicili tabelaları, melekler asılı camekanları ile küçük dükkanlar benim en
zengin fotoğraf kaynaklarım.
Alaçatı dükkan
Akşam üzerleri kapılarının önünde muhabbet
eden yerli köylüler genellikle fotoğraflarının çekilmesinden hoşlanmıyorlar.
Bir de Dutlu Kahve Meydanı’nın
yaşlılar heyeti var ki, onları her sabah sokak kahvesinde sohbet ederken
fotoğraflamak istesem de üzerimde hep bir çekingenlik olur. Küçük meydandan
geçerken tüm gözlerin üzerime dikildiğini hissederim. Yok öyle kötü bakışlar
değil. Daha çok meraklı, biraz da gelişi güzel bakışlar olduğunu bilirim. Neredeyse
hep aynı yüzler olur meydanda oturan. Bir sonraki sene ve daha sonraki sene hep
aynı manzara. Bu sefer durdum ve biraz da uzaktan çektim fotoğraflarını
yaşlılar heyetinin. Kimi merakla baktı objektifime ben arka arkaya deklanşöre
basarken. Ama istifini bozmadı.
Günün en sevdiğim öğünü kahvaltıdır. Ve Alaçatı’da
Refiğin Bahçesi benim için birinci
sıradaki kahvaltı mekanıdır. Bahçede dolaşan tavukları, tahta sandalyeleri,
çardağı ve zeytin yağında yüzen sahanda yumurtası ile bence köyün en şirin
mekanlarından biridir. Serpme kahvaltısında öyle çok çeşit olmamasına rağmen
herşey boldur. Tıka basa kahvaltı edip kişi başı on yedi TL verip çıkarız.
Şimdilerde yeni yerindeki Furun’da da
kahvaltı etmeyi seviyorum. Sokak arasındaki ilk yeri çok sıkışık ve biraz da
karanlık. Fakat caminin arkasındaki yeni mekanı cafe olarak işletiyorlar. Güler
yüzlü garsonları, kahvaltı sonrasında fırından taze çıkmış şahane
kurabiyelerden de ikram eder her seferinde.
Köyün içinde yemek yemeyi pek sevmiyorum. Özellikle
fahiş fiyatlı şatafatlı restaurantlardan uzak duruyorum. Yine de Ege
Mutfağı’nın taze lezzetlerinin en iyi tadılabileceği mekan Asma Yaprağı. Sezonda mutlaka rezervasyon yaptırmak gerekiyor.
Fiyatları çok ucuz olmasa da yemeğe değecek bir yer. Her sene sokaktaki masa
sayıları artıyor. Bundan dört sene önce kapının önünde üç ya da dört masası
olur, birinde de mutlaka Haşmet Babaoğlu otururdu. Şimdilerde köyün iç
sokaklarına doğu genişliyorlar. Neyse ki yerleri müsait.
Rakı balık yapmak istenirse ilk adres
Şifne’deki Ada Balıktır. Büyükçe bir
kumsalın üzerinde, güneşin batışına karşı demlenmek çok keyiflidir. Fakat yine
yaz aylarında çok kalabalık olduğundan serviste aksamalar yaşadık zaman zaman. Giden
arkadaşlarımız kış aylarında sobalı iç mekanın daha keyifli olduğunu
söylüyorlar. Eğer Ada Balık olmazsa Ilıca’daki Star Beach’e de gidilebilir. Hatta bu sene Ağustos sonu gittiğimde Ada
Balığa kıyasla daha çok beğendim burayı. Küçük bir kumsal üzerinde daha az
sayıda masası olan, hizmeti hızlı, balıkları leziz ve sohbetimizin de o gece
mehtaba karşı su gibi aktığı keyifli bir balıkçı. Her iki restaurantın da
fiyatları oldukça uygun.
Gece hayatı benim yaşam tarzımın biraz dışına
çıktığı için ucundan köşesinden gidilebilecek bir iki popüler bar adından
bahsedebilirim ancak. Bizimkilerin gece turunun başladığı nokta her zaman Salça olur. Küçük, ayakta aperatif
birşeyler almak için sevimli bir mekan. Sonraki durak olan Göz daha popüler ve kalabalık. Hemen yanında da Tektekçi var ki Alaçatı’nın şimdilerde
en revaçta barıymış. İçkiler shot
servis ediliyormuş. Benim pilim genellikle sabaha karşı bir gibi bittiğinden bu
turu tamamladığım hiç olmadı.
Wind Surf Yarışından
Rüzgar sörfü yarışları dolayısı ile Ağustos
sonu Alaçatı çok renkliydi. Yarışları takip etme fırsatım olmadı. Sadece deniz
üzerinde, uçuşan kelebekleri andıran sörflerin güzel fotoğraflarını çektim. Kız
kardeşim kite sörf yapmaya başladığı için zamanımın bir kısmını da karşı sahilde kiteçıların arasında geçirdim. Konu ile
ilgili epey bilgim oldu. Hani elime bir uçurtma tuttuştursalar ben de
kayabilirim gibi bir durumdayım teknik olarak. Ama uçmak, atlamak, zıplamak pek
bana göre değil. Yoga ve yelken ile hayatıma devam etmeyi planlıyorum
kardeşimin “sen de kite’a başla” ısrarlarına rağmen.
Biraz da alış verişten bahsedelim. Köyün dar
sokaklarında yürürken insanın karşısına albenisi fazla, çok sayıda, rengarenk
ıvır zıvır satan dükkan çıkıyor. Bir de gizli mekanlar var ki bilmek gerek.
Mesela Funda’nın sahibi olduğu Tashan Butik otelde çok özel zeytin yağları,
üzüm pekmezi, sirke, nar ekşisi, doğal sabunlar ve kişisel bakım ürünlerini satın
almak mümkün. Sunumlar şahane, lezzetler eşsiz. Gelibolu Yarımadası’nın
üzümlerinden üretilmiş yeni bir şarap markası olan Suvla’yı da yine Funda’da tadabilirsiniz. Beyaz, kırmızı ya da
pembe... Hiç fark etmez. Çok lezzetli şarapları var Suvla’nın.
Diğer gizli hazine Carolina’nın şirin, renkli
dükkanı. Lisa Corti bir İtalyan
markası. El baskısı kumaşlarından gömlekler, elbiseler görülmeye değer. Bunun
yanında banyo ve ev tekstili de satın almak mümkün. Alaçatı’da ziyaret etmekten
en hoşlandığım mağazalardan biridir.
Hep önünden geçerim, bu sefer içeri de girdim.
Camgeran içeride pek çok antika
objenin bulunduğu ufak bir dükkan. Antikanın yanında cam işlemeciliği de
yapıyorlar. Herşeyden önce dükkanın sahibi güler yüzlü ve misafirperver bir
insan. İçeri buyur edip “fotoğraf da çekebilirsiniz” deyince beni fethetti.
Genellikle dükkan sahipleri fotoğraf çekilmesinden hoşlanmıyorlar. Hatta oraya
buraya iliştirilmiş küçük kağıtların üzerinde “fotoğraf çekmek yasaktır”
notlarına rastlamak da mümkün. Belki kendilerince haklıdırlar. Çünkü kimi,
gerçekten özgün objeler satıyor ve kopyalanmak istemiyor olabilirler. Anlayışla
karşılıyoruz. Camgeran’dan camın bakıra uygulandığı ufak bir obje alıp çıktım.
Camgeran'ın içi
Alaçatı köyünün denize kıyısı olmamakla
beraber Çeşme Yarımadası’nda gidilebilecek pek çok plaj var. Ilıca plajı sezon açılmadan güzel.
Çılgın köpeğimiz Zilli bu yaz başı
yüzmeyi orada öğrendi. Sezonda denize girmek içn benim tercih ettiğim yer Okan Beach. Diğer plajlara göre nispeten
daha sakin ve denizi de güzel. Fakat bu sene eski Seaside yolunun bittiği noktanın ilerisinde bakir küçük plajlar
keşfettik. Şezlong yok, şemsiye yok, en önemlisi bangır bangır müzik yok,
toprak patikalardan denize iniliyor, kumsal değil, sahil güzelim pürüssüz çakıl
taşları ile kaplı... Tek başına yüzebileceğiniz, Çeşme plajlarının tersine
derin bir deniz bulabilirsiniz bu küçük koylarda. En büyük sorun arabaların
camlarını kırıp, giysi çalıyorlar. İçeride görünürde hiçbir eşya bırakmamak
gerekiyor.
Alaçatı’da hayat, yaz ayları dışında yavaş,
sakin ve yine de renkli. Arkadaşlıklar, tanışıklıklar güzel. Samimi bir ahalisi
var. Umarım gelecekte Ege’nin bir köyüne
yerleşme hayalim gerçek olur. Bu Alaçatı olur mu henüz bilmiyorum.