İnsan beynini anlatan hangi kitabı okursanız
okuyun üç beynimiz olduğundan bahsedilir. Evrim hiçbir zaman mükemmelin peşinde
olmadığı gibi, değişen dış koşullara bizi gerektiği kadar hızlı adapte
edememiştir de. Bu yüzdendir ki aslında mükemmel olduğunu düşündüğümüz insan
beyni, tasarımı nedeni ile pek çok işletim hatasına sahiptir.
Amacım bilimsel bir makale yazmak değil. Zaten
istesem bile bu konuda uzman değilim. Yine de aklıma gelen komik
olduğunu düşündüğüm şu fikri biraz irdelemek istedim.
Eğer amigdalam olmasaydı...
İnsan beyninin derinliklerinde, ikinci
beynimiz olarak geçen memeli beyninin bir bölümünü oluşturan badem şeklindeki
amigdala, beynin sağ ve sol hemisferlerinde olmak üzere iki adettir ki, bugünkü
genel mutsuzluğumuzun nedeni olabilir mi?
Nöroloji bilimi ve antropoloji ile uğraşanlar,
insanın mutlu olmak için evrimleşmediğini savunuyorlar. Yani evrimin asıl amacı
mutlu olmamız değil, hayatta kalıp soyumuzu sürdürebilmemizdi. Bunun için de
elindeki en uygun sistemi kullanması gerekiyordu.
Amigdala...
Savanalarda, vahşi doğayla birlikte yaşayan
atalarımızın kendilerini ani tehlikelere karşı korumak için erken bir uyarı
sistemine ihtiyaçları vardı. Amigdala en kestirme yoldan beyne sinyal gönderip,
vücudun kaçmak ya da savaşmak için gerekli pozisyonu almasını sağlamakla
yükümlüdür. Aynı zamanda amigdala, ilkel duygular olan öfke, nefret, ve
korkudan da sorumludur. Yaşanan tecrübelerin hafızada sağlamlaştırılmasında da
önemli bir rol oynar. Bu özellikler Fred ve Vilma Çakmaktaş’ın savanada hayatta
kalmasına neden olmuşsa da günümüzde modern insan için farklı anlamlar ifade
ediyor.
Amigdalanın en önemli görevi çevreyi
durmaksızın tarayarak olası tehlikelere karşı beyni uyarmaktır. Normal şartlar
altında bile endişe duyguları oluşturan bu organ, uyarıldığında süper ihtiyatlı
bir duruma geçer. Kalp atışlarımız hızlanır, vücuttaki tüm sinirler aşırı
uyarılır, göz bebekleri daha iyi görüş için genişler, daha hızlı tepki
verebilmek için tüm kan kaslarda yoğunlaştığından deri sıcaklığı düşer. Sistem
bir kere aktive edildiğinde kapatılması o kadar da kolay değildir. Bu durum
modern insan için mutlulukla mutsuzluk arasındaki ince çizgiyi belirler.
Günümüzün, hatta hayatımızın çok büyük bir
bölümünü, uyku haricinde, farkında olmadan amigdalamız aktive halde yaşıyoruz.
Bir de şu açıdan bakalım. Memeli beyninden
sonra beynimizin üçüncü ve en gelişmiş katmanı olan serebral korteks evrimleşti
ve bize muhakeme, konuşma, düşünme ve farkındalık yetilerini verdi.
Çalılıklarda kaplan varsayımına dayalı erken
uyarı sistemimizin evrimleşmesinden sonra yeni gelişmiş sistemin de devreye
girmesiyle herşey sarpa sarar. Neden mi? Bilincin ve kavramsal düşünme
yeteneğinin artmasıyla modern insan daha detaylı ve ileriye dönük düşünmeye /
planlama yapmaya başlar. Bu da modern hayatın başlamasına neden olur. Günümüz
hayatının tehlikeleri ise çoğunlukla varsayımsal olduğu için, amigdalamızın aradaki farkı,
yani gerçek bir tehlike ile olasılık arasındaki farkı bilmesi mümkün değildir.
Olası bir terör saldırısı, ekonomik krizler ya da sevgilimizin bizi
aldatıp aldatmadığı varsayımları, kafamızda kurduğumuz binbir çeşit felaket
senaryosu amigdalamız tarafından herhangi bir filtre olmaksızın dikkate
alınırken, tehlike gerçek olsun ya da olmasın vücudumuz kaçma ya da saldırı
pozisyonu almaya devam eder. Bedenimiz her seferinde bu pozisyonu aldığında ise
beynimiz buna karşılık negatif bir düşünce oluşturur. Aslında olmayan bir olayı
olmuş gibi yaşamaya başlarız. Bu, beden-düşünce, düşünce-beden tetiklemesi
yıllar boyunca sonsuz bir sarmal halini alıp davranış biçimimizi meydana getirir.
Genellikle negatif.
Sonuç olarak, felaket tellalı amigdalam
olmasaydı daha mutlu / huzurlu bir insan olur muydum sorusuna cevabım; evet
olabilirdim. Fakat amigdalamı kesip atamayacağıma göre yukarıda bahsettiğim
sarmalı kırabilmek için farklı bir yol aramaya koyuldum.
Doğu dinlerinde “farkındalık” olarak anlatılan,
kişinin anda mevcut kalıp, duygulanımlarını izlemesini gerektiren çalışmalar
var. Bu çalışmaların farklı isimleri olmasına rağmen ortak tek bir uygulamadan
bahsediliyor, “meditasyon”.
Meditasyon teknikleri de çeşitli. Fakat öyle çok
fazla kuralı yok. Tek yapmamız gereken nefese odaklanıp kafamızın içindeki
dırdırı durdurabilmek. Olaylara karşı tepkisel yaklaşmayıp, duyarlı kalabilmek.
Uzun yıllar meditasyon yapmış kişilerin beyinleri incelendiğinde amigdalalarındaki aktivitenin az olduğu
gözlemlenmiş. Bilimsel çevrelerde meditasyonun beyni olumlu yönde değiştirdiği
gerçeği kabul ediliyor artık. Ve beynin plastik yapısı göz önünde
bulundurulursa, işleyişini, dolayısı ile davranış biçimimizi de değiştirip,
daha mutlu ve huzurlu insanlar olabileceğimiz bilimsel olarak kanıtlanmış
gerçekler.
Evet keşke bir amigdalam olmasaydı. O zaman
hayatım ne yönde farklı olabilirdi kestiremiyorum. Korkularım olmadığı gibi
heyecanlarım da olmayabilirdi. Beni insan yapan özelliklerden soyulmuş,
robotlar gibi dümdüz bir varlık olabilirdim. Şu an bunu bilebilmem mümkün
değil. Ta ki evrim değişimi gerekli görene kadar beynimin bu küçük parçası ile
yaşamak zorundayım. Son iki haftadır yaptığım meditasyonun hayatımı tamamen
değiştirdiğini söylemek isterdim. Öyle olmasa da pozitif yönde küçük adımlar
attığımın farkındayım. Bu, uyanık olduğum her an farkında kalmamı gerektiren
uzun bir süreç. Yani hayat boyu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder