Agra ve Jaipur
Delhi'de bizi Balbinder adlı şoförümüz karşıladı.
Türbanı ve uzun sakalı ile tipik bir sikhti Balbinder. Devamlı gülüyor
ve kulağından cep telefonu düşmüyordu. Elimizde çantalarımızla arabaya doğru
onu izlerken suratımıza bile bakmadı diyebilirim.
Bu ilgisizliği fazla dert etmeden havalandırmalı özel
arabamızın içinde Agra'ya doğru yola koyulduk. Hindistan
"otoyol"larında seyahat etmek başlı başına bir macera. İnsan bir
şaşkınlıktan diğerine sürüklenirken serseme dönüyor.
Yoldaki tüm kamyonların arkasında bu yazıyı görmek mümkün "Korna çal" |
Hava kararmış ve bizi de bir endişe almıştı. Balbinder usta soförlüğüne rağmen yaşlı bir adamdı. Gözlerinden ve reflekslerinden şüphe etmeye başlamıştık. Yine de o sabah Varanasi'de başlayan uzun yolculuğumuzun sonuna doğru göz kapaklarımız iyice ağırlaşmıştı. Didem bir köşede ben diğerinde, yarı uyur yarı uyanık halde, sarsıla sarsıla Agra otelimize sapa sağlam vardık. 260 kilometrelik yolculuğumuz altı saat sürmüştü.
Taj Mahal |
Balbinder sabah bizi almaya, o günlük tur rehberimiz
olacak Lala adında 74 yaşında bir hintli ile geldi. Lala çok konuşan, benim
standartlarım için oldukça yorucu bir adamdı. Taj Mahal'ın kapısındaki
uzun turist kuyruğuna saat 06:30 da girdik. Her milletten insan vardı kuyrukta.
Taj dünyanın en çok ziyaret edilen yapılarından biri. Anıta araba ile beş yüz
metreden daha fazla yaklaşmak yasak. Dolayısıyla arabayı otoparkta bırakıp
Taj'ın kapısındaki kuyruğa fayton ile varmıştık.
Mermer işlemeciliği |
Dedim ya rehberimiz Lala çok yorucu bir adamdı. En
azından benim için. Fakat kız kardeşim her köşede Lala tarafından
fotoğraflanmaktan şikayetçi değildi. Lala ise bu anıt ile ilgili tüm maharetini
konuşturup, bahçenin her köşesinde binaya karşı fotoğraflarımızı çekip, ne
kadar iyi bir rehber ve fotoğrafçı olduğundan bahsediyordu. En sonunda bizi bir
banka çıkartıp şu alışıla gelmiş Taj'ın kubbesini tutarmış gibi yaptığımız
fotoğrafı da çektikten sonra ona kibarca artık fotoğraf çektirmek istemediğimi
söylemek zorunda kaldım. Didem her köşede poz vermeye devam etti. Bense
yorgunluk ve bezginlik içindeydim binaya yaklaşırken. Henüz mezarın içine
girmemiştik.
6. Babür İmparatoru Şah Cihan en sevdiği 3. karısı
Mümtaz Mahal için yaptırmış bu mezarı. Mümtaz, şaha on dört çocuk vermiş.
Taj Mahal, müslüman sanatının Hindistan'daki en görkemli örneği olarak geçiyor. Pers, Türk ve Hint mimarisinin bir karışımı. Bina kompleksinin en büyük özelliği her köşesinin simetrik oluşu. Binanın dört köşesinde bulunan minarelerin eğimi dışarı doğru. Bir deprem sırasında içe yıkılıp kubbenin altındaki mezara zarar vermesin diye planlanmış. Fakat bu özelliklerin hiçbiri mezar bölümündeki mermer mozaik işçiliği ile boy ölçüşemez bile. Mezarın her köşesi mermere yerleştirilmiş yarı değerli taşlardan oluşan nilüfer çiçekleri ile bezeli. Her yaprak, her dal farklı bir değerli taştan oluşuyor. Lacivertler lapis lazuli, yeşiller malacite, kırmızılar mercan, kahverengiler jasper, siyahlar onyx ve daha pek çoğu. Bazı nilüfer çiçekleri o denli detaylı ki 120 parçadan oluşuyor. Desenler boyanmış hissi uyandırıyor insanda. Fakat her parçanın tek tek elle yerleştirildiğini öğrendikten sonra "bu nasıl bir aşkmış" demekten kendimi alamadım.
Şah Cihan, Taj Mahal'in tam karşısında inşa edilmiş ve kendisinden önceki Babür İmparatorlarına da ev sahipliği yapmış Agra kalesinden karısının mezarını seyretmiş uzun yıllar boyunca. Şah mimaride beyaz mermer kullanmayı tercih ettiğinden, kırmızı kumtaşından yapılmış olan Agra kalesinin bazı bölümlerini yıktırıp beyaz mermerden tekrar inşa ettirmiş. Agra Kalesi'nde görülmesi gereken en önemli kısım olan Türk Hamamı ziyarete kapalıydı. Fakat rehberimizin Lala olmasının avantajı burada çok işimize yaradı. Restore edilen hamama sorumlusuna bahşiş vererek girdik. İçerisi karanlıktı. Görevli iki mum yakıp duvarlara doğru tuttuğunda fark ettik ki hamamın tüm duvarları ve kubbesi küçük aynalarla kaplıydı. Bir anda etrafımızı binlerce yıldız kaplamıştı adeta. Muhteşem bir manzaraydı.
Agra yolculuğumuz burada görkemli bir final ile sona ermişti. Lala'ya veda etme vakti geldiğinde yine bahşiş konusu gündemdeydi. Acentaya ödediğimiz ücret dışında rehberlere de bahşiş vermek Hindistan'da bir kural. Fakat ne yazık ki yolculuk boyunca hiçbir rehber verdiğimiz bahşişten memnun kalmadı. Biz de rehberle gezmekten pek mutlu değildik açıkçası.
Balbinder ile yola koyulma vakti gelmişti. 300 kilometrelik yeni bir Hindistan otoban macerası bizi bekliyordu. Bu sefer istikametimiz Lord Shiva'ya adanmış şehirlerden biri olan pembe
şehir Jaipur'du.
Yola çıkmadan önce öğle yemeği yemeyi hayal ediyorduk.
Klimalı bir ortam ve hamburgerin yanında King Fisher birası, temiz tuvalet ve
güzel insanlar. Balbinder’in sırıtan suratı, yorucu rehberimiz Lala ve sıcak
havada oradan oraya koşturmak bizi iyice bunaltmıştı. Köşedeki lokal
restauranta sürüklenmeyi redederek Balbinder’in memnuniyetsizliğine rağmen
kendimizi Agra Gateway Hotel’in restaurantına atmayı başardık. Yalnız başımıza
bir saatimiz vardı. O zamanın ne kadar değerli olduğunu ve keyifli geçtiğini
kelimelerle anlatmama bile imkan yok. Kurtarılmış bölgedeydik kısa bir süre
için bile olsa.
Jaipur'da yine lokal acentamızın ayarladığı küçük bir butik otelde kaldık. Dera Rawatsar eskiden bölgenin Maharaja'sına ait bir evmiş. Kahvaltı salonunda aileye ait eski fotoğraflar ve mobilyalara rastlamak mümkün. Sabah yedideki kahvaltımızdan sonra Jaipur rehberimiz Singh ile buluştuk. İlk durağımız 18. yüzyılda inşa edilmiş Hava Mahal, yani Rüzgar sarayıydı. Bu yapının ön cephesinin ilginç bir mimarisi var. Arı kovanını andıran küçük pencereler zamanın soylu hanımlarının dışarıdaki hayatı kimseye görünmeden gözlemleyebilmeleri için yapılmış.
Jaipur’un bizim için en cazip etkinliği Amber (Amer) Fort’a fil üstünde yapacağımız tırmanıştı. Bu yüzden güne erken başlamıştık. İlerleyen saatlerde artan sıcaklıktan dolayı filler dört ya da beş tur yaptıktan sonra dinlenmeye çekiliyorlarmış. Bizim bindiğimiz filin adı Leyla’ydı. Bu yolculuk için özellikle dişi filler kullanıyormuş, erkeklerin daha agresif olmasından dolayı. Manzara oldukça keyifliydi yukarıya çıkarken. Sabahları fillerin banyo yaptığı büyükçe bir havuz göze çarpıyordu kalenin eteklerinde. Yol boyunca onlarca fotoğrafçı, fillerin üzerindeki turistleri fotoğraflamak için yarışıyordu adeta. Yolculuğun sonunda da çekilen fotoğraflar sahiplerine gösterilip yüksek fiyatlara satılmaya çalışılıyordu. Rehberimiz dört fotoğrafa 250 rupee’den fazla vermememiz gerektiğini söyledi. Satıcılar önce bu miktarın yeterli olmadığını söylese de, daha fazlasını ödemeyeceğinizi fark edince anlaşmaya razı oluyorlar.
Amber Fort’un Kış Sarayı bölümündeki aynalı oturma
alanları gerçekten görülmeye değer güzellikteydi. Bu küçük ayna parçaları
zamanında Belçika’dan getirtilmiş.
Jantar
Mantar Jaipur’da görülmesi gereken en önemli koleksiyon. Böyle
demeyi uygun gördüm çünkü burası astronomik ekipmanlardan oluşan bir açık müze.
Jantar, ekipman, Mantar da ölçüm demekmiş. Tüm ekipmanlar zamanın astronomiye
meraklı Maharajası Jai Singh II tarafından tasarlanmış. Dünyanın en büyük güneş
saatini Jantar Mantar’da görebilirsiniz. Maharajanın astronomi konusunda yazdığı
kitaplar olduğu söyleniyor.
Jaipur zamanının önemli bir endüstri şehriymiş. Jai Singh, şehri güçlendirip geliştirmek için otuz altı endüstri dalını buraya getirmiş. Bunların en önemlileri blok kumaş el baskısı, değerli taş işleme ve porselen. Çok fazla zamanımız olmadığı için sadece bir blok kumaş baskı atölyesini gezdik. Ahşap kalıplardan çıkan motiflerin tamamı elle basılıyordu. Müthiş bir işçilik, emek, zaman gerektiren ve Avrupa’da yok olmaya başlamış bir sanat.
Delhi’ye yolumuzun 260 km ve altı saat olduğunu
biliyorduk. Fakat rehberimiz Singh Hindistan’da her zaman beklenmeyeni
beklemenin doğru olduğunu söyleyerek bir an önce yola çıkmamız için bizi
uyardı.
Delhi’ye girişte fark ettim ki trafikteki tüm araçların
yan dikiz aynaları kapalıydı. Balbinder de şehre girerken aynalarını kapatmayı
ihmal etmemişti. Bu kaosun içinde arabalar öylesine birbirlerine teğet
geçiyorlar ki aynaların zarar görmemesi için en iyi yol onları kapatmak gibi
görünüyor. Nasıl olsa pek de bir işe yaramıyorlar.
Delhi’de kaldığımız otel şehrin yeni yerleşim
bölgelerinden biri olan Sunder Nagar’daydı. Hava karardıktan sonra otelimize
vardığımız için etrafı görme şansımız olmadı. Ama görebildiğimiz kadarı ile bu
bölge şehrin üst düzey yaşam alanlarında biriydi.
Hindistan farklı kültürü, önümüze çıkardığı olağandışı
tecrübeleri ve insanları ile görülmeye değer bir ülke olsa da şimdiye kadar
yaşadığım en zorlu seyahat tecrübesiydi. Kendi kendime yine gitmek ister miyim
diye sorduğumda cevabım “evet”. Fakat bu seyahatin ruh yorgunluğunu birkaç
yılda ancak atarım gibi geliyor. İkinci Hindistan ziyaretimi ülkenin güneyine,
Goa ve Kerala bölgelerine yapmayı planlıyorum.
Son bir öneri. Delhi Indira Gandhi Havaalanın’daki Ishana mağazasına uğramadan dönmeyin. Tüm yolculuğumuz boyunca en keyifli alış veriş yaptığımız mağazaydı.
süperrrr yazınızı çok beğendim tam bir macera doğrusu.....
YanıtlaSil