Kaçış

Gözlerimi açtığımda önce nerede olduğumu hatırlayamadım. Oda alacakaranlıktı. Odayı sanki bıçak gibi kesen bir ışık hüzmesine takıldı gözlerim. O yöne doğru baktığımda kalın perdelerin arasından gün ışığının sızdığını fark ettim. Demek sabah olmuştu. Gözüm köşede duran küçük masaya ve yanındaki yıpranmış sandalyeye takıldı. Bir otel odasında olduğumu o zaman hatırladım. Evimde, kendi yatağımda değildim. Neden burada olduğumu algılayabilmem birkaç dakikamı daha aldı. Gözlerimin yaşlarla dolduğunu hissettim. İçimdeki yalnızlık duygusunun, bir otel odasında yalnız uyanmamdan kaynaklanmadığını biliyordum. Daha derinlerden geliyordu. Nereye kaçarsam kaçayım benimle, içimde yolculuk ediyordu.

Kaçmak…

Bu fikir aklıma ilk defa ne zaman gelmişti?
Kapının yanında duran küçük çantaya baktım. Kısacık zamanda toparlayabildiğim birkaç parça giysi hala içindeydi.

Kaçmak…

Sadece yalnızlık duygusu değildi hissettiğim. Sanki hayatım yeniden bana aitti.  

Onunla tanışalı daha iki ay olmasına rağmen sanki tüm hayatım boyunca bu adamı bekliyor hissine kapılmıştım tanışmamızın üzerinden geçen ilk haftalarda. O ruh eşimdi. Buna hiç şüphe yoktu. Aynı şeylerden hoşlanıyor, aynı dili konuşuyorduk. İkimiz de yalnızdık. Kalplerimizi kıran ilişkilerden yeni çıkmış ve sığınacak limanlar ararken birbirimizi bulmuştuk. Böyle olmalıydı. Çünkü hayalini kurduğum herşey neredeyse gerçek oluyordu.
Bir erkekle yaşamak ve yaşlanmak hayalini ne zamandır kuruyordum ve bu hayale onunla çok yakın olduğumu ne zaman fark etmiştim?  
Bir akşam üzeriydi. Tatlı bir yaz esintisi vardı. Günlerden pazardı. Bana telefon edip ‘’hadi gel Kınalı Ada’ya yelken açıp, rakı balık yapalım.’’ demişti.  Hayatımda ilk defa adaya bir yelkenli tekne ile balık yemeğe gitmiştim o gün. Yolda dümeni bana vermiş ve saçlarımın rüzgarda uçuşmasını seyrederken ‘’ ne kadar güzelsin.’’ demişti. Bense tüm dikkatimi teknenin burnunu adaya doğru tutmaya vermiş, sadece gülümsemekle yetinmiştim. Oysa içim kıpır kıpırdı. O gün orada mutluluktan ölmezsem eğer, bir daha ölemezdim herhalde.
İkimiz de sakin hayatlar istiyorduk. Aradığının ben olduğumu söylüyordu. Hayatlarımızın bu yalnız ve orta yerlerinde birbirimizi bulmamız sanki bir mucizeymiş gibi davranıyordu. Beni gün boyu onlarca kez telefonla aramasnı, sesimi duymadan yapamadığına yoruyordum. Onca yalnız geçirdiğim geceler sona ermiş, hayatımı paylaşabileceğim biri çıkagelmişti. Mutluydum. Heyecanlıydım. Gerisinin hiçbir önemi yoktu.

Ta ki sorunlar başlayana kadar.   

Otel odasının kasveti içimi bunaltmıştı. Yavaşça doğruldum. Bir gece önce acele ile hazırladığım çantadan bir bluz ve pantolon çıkarıp giydim. Pencereye gittim. Perdeleri açtığımda güneş gözlerimi kamaştırmıştı. Güzel bir yaz günü diye düşündüm içimden. Son iki aydır ilk defa şehrin güzelliğinin farkına varıyordum. Boğazın mavi suları tanıdıktı. Martıların özgürce gökyüzünde süzülüşlerini seyretmek istedim. Kanatlarını sonsuza açıp, havada dakikalarca asılı kalışlarını seyretmenin verdiği hafiflik duygusunu özlemiştim. Tekrar kendim olabilmeyi özlemiştim. Bir çay bahçesine gidip, çayımı yudumlarken hayatıma yeni bir sayfa açmayı deneyecektim.

Dışarı çıktım. Sahilde yürümeye başladım. Dün gecenin detayları yavaş yavaş beynime üşüşmeye başlamıştı. Yüzümdeki tebessüm silindi. Bacaklarımda daha fazla yürüyecek gücü bulamadığımda, ilk gördüğüm banka oturdum. Oturduğum bankın önünde bir balıkçı teknesi demirliydi. Yaşlı bir balıkçı birşeylerle uğraşıyordu. Kafasını kaldırıp bana baktı. Tereddüt ettiğini fark ettim. Sanki bir an benimle konuşmak istediğini düşündüm. Sonra kafamı çevirip, boğazı geçmekte olan büyük tankerleri izlemeye koyuldum.

Ruh eşim olduğunu düşündüğüm adamın bana olan davranışları değişmişti. Üstelik onunla tanışalı iki hafta geçmiş olmasına rağmen. Görünüşe göre onun gözünde hiçbir şeyi doğru yapamıyordum. Fark ettim ki gün içinde beni telefonla onlarca kez aramasının sebebi sesimi duymak değilmiş. Nerede olduğumu ve ne yaptığımı bilmek istemesinden kaynaklanıyormuş.
Saplantısını görmezden gelmeye çalıştım. Evet aramasına arıyordu, ama yüz yüze görüşme isteği gün geçtikçe azalıyordu. Ya işi vardı, ya da çok yorgundu. Söylediğim her cümleyi özenle çarpıtıp, karşıma suçlama olarak koyuyordu. Kendimi her an birşeyler için suçlanır buluyordum. Ona göre yapamadığım doğrular için azarlanıyordum.
‘’Hayatım balığı sen al, şarabı ben getiririm. Bugün maçı seyrederken balık yiyelim evde.’’ cümleme karşılık, ‘’bir balık alamıyor musun? Ne kadar çok işim olduğunu bilmiyor musun? Yoksa bana maddiyat mı yapıyorsun?’’ suçlamaları ile karşılaşıyordum artık. Onunla mantıklı bir şekilde konuşmak bile mümkün olmuyordu. Kendi ihtiyaçları dışındaki hiçbir şey onu ilgilendirmiyormuş gibi görünüyordu. Kısa süre sonra fark ettim ki, yumurta kabukları üzerinde yürüyüp ses çıkarmamayı umarak, onunla bu ilişkiyi sürdürmeye çalışıyordum.  Ona olan tüm kızgınlığımı bastırmış durmadan alttan alıyordum. ‘’Evet hayatım’’, ‘’haklısın hayatım’’. ‘’Tamam bir daha olmayacak sevgilim.’’ Artık kendimi tanıyamaz olmuştum. Evet bu kelimeler benim ağzımdan çıkıyordu. Ses de bana aitti. Ama ben neredeydim? İçeride kendimi hapsettiğim zindanda acı çekiyordum. Yaşadığımız ilk günlere dönüp tekrar birlikte gülebilmeyi bekliyordum hala. Bana ‘’ne kadar güzelsin’’ diyen adamın oralarda bir yerlerde olduğunu umut ediyordum. Ve hala yalnızdım.

Balıkçı tekrar kafasını kaldırıp bana baktı. Bu sefer benimle konuşmaya karar vermişti besbelli.

‘’İstersen gelip teknemde oturabilirsin.’’

Bu arada yaşlar yanaklarımdan süzülüyordu. Hayır demek istercesine kafamı salladım. Ağladığımı fark etmiş olmalıydı.  

Dün gece.. Bana ne olmuştu öyle? Düşünmeye bile korkuyordum şimdi. Onun evindeydik. Kavganın hangi mantıksız olaydan kaynaklandığını bile şimdi hatırlayamıyordum. Son iki aydır bastırdığım tüm öfke su üstüne çıkmıştı. Bir yandan ilk defa ona bağırıyordum, bir yandan da korkuyordum. Daha önce sinirlerine hakim olamayıp eşyaları kırıp döktüğüne şahit olmuştum. Bana vurabilir miydi? O da bana bağırıyordu. Mutfaktaydık. Herşey, bulanık bir sis bulutunun ardındaymış gibi yaşanıyordu benim için. Bir an üstüme yürüdüğünü ve bana vuracağını fark etmiştim. Tezgahın üzerinde birlikte aldığımız bıçak takımına ilişti gözüm. Saniyeler geçti bunları düşünürken ve bir an elimde bıçağın sapını hissedişim arasında. O gün mutfak için ıvır zıvır alırken kendimi ona çok yakın hissetiğimi hatırladım. Aldığımız bıçak takımı, tava, fırın kapları, sanki onunla gelecekte yaşayacağımız mutlu hayatın birer göstergeleriydi. Hepsini birlikte kullanacaktık. Belki arkadaşlarımızı yemeğe davet edip mutluluğumuzu onlarla paylaşacaktık. Ne çok hayal vardı kafamın içinde. Peki bunları ne zaman hayal etmiştim? Elimdeki bıçağa inanmaz gözlerle bakıyordu. Sonra aldırış etmeden üstüme yürüdü. Kolumu kaldırıp ona doğru savuracak gücü bulduğumda, acıyla haykırışı beni kendime getirmişti. O zaman fark etmiştim ki, onu kolundan yaralamıştım. Kıpkırmızı kanın gömleğinin kumaşına yayıldığını görebiliyordum şimdi. Yarasını diğer eliyle kapadı kanın akışını engellemek istercesine. Elimdeki bıçak yere düştü. O bıçak takımını aldığımız gün satıcının ‘’kullanırken dikkat edin, oldukça keskindir’’ uyarısı kafamın içindeydi. Ne saçma. O an böyle bir detayı hatırlıyor olmam ne garipti.
Aklıma ilk gelen şey oradan kaçmak olmuştu. Koşarak çıkmıştım evden. Arabama binip, kendi evime geldiğimde paniğe kapılmıştım. Acaba beni takip eder miydi? İşte o zaman uzaklaşmam gerektiğini fark etmiştim. Oradan, bu ilişkiden ve belki de kendim olduğunu sandığım kişiden. Küçük bir çanta hazırlayıp arabama binmiş ve bu sabah uyandığım otele sığınmıştım.

Balıkçı uğraştığı işi bitirdi ben bunları kafamın içinde tekrar yaşarken. Gömleğini giydi. Üstünü başını düzeltip yanıma geldi ve banka oturdu.

‘’Neden ağlıyorsun?’’

Ona baktım. Öyle bir hoşgörü ile bakıyordu ki yüzüme, sanki yaşadığım herşey için, o beni çoktan bağışlamıştı bile.

‘’İnsanlara ve kendime olan inancımı yitirdim. Umudum kalmadı.’’

Yüzünde bir tebessüm belirdi.

‘’Ben seksen iki yaşındayım. Askeriyeden emekli oldum. Kıbrıs çıkarmasında bulundum. Kurşun yaralarım var. Karım kanser hastası. İlaçları pahalı olduğu için emekli maaşım yetmiyor. Ben de şu gördüğün tekne ile boğaz turları yapıyorum.’’

Gülümsedim sadece.

‘’Hah bak şöyle. Gülmek sana ne çok yakışıyor. Sevgilinden mi ayrıldın? Senin gibi buraya gelip oturan genç hanımlarla karşılaştım. Hatta biri kendini suya atmıştı. Peşinden atlayıp onu kurtardım. O da sevgilisinden ayrılmıştı. Ölmek istiyordu. Onu kurtardıktan birkaç hafta sonra geldi tekrar buraya. Beni buldu ve onu kurtardığım için teşekkür etti bana. Değmez biliyor musun?’’

Birden fark ettim ki herkesin bir hikayesi vardı.

Yalnız değildim.

‘’Ne zaman istersen gelip benimle konuşabilirsin. Haydi şimdi gözyaşlarını sil.’’

Gömleğinin cebinden kartını çıkarıp bana uzattı.
Kartı aldım.
Ümit Kaptan…
Deniz Gezileri İçin Kiralık Tekne…