21 Eylül 2011

HOME

Türkçe’de ev ya da yuva kelimesi kullanılabilirdi. Fakat ingilizce HOME sözcüğünü daha çok seviyorum. Türkçe’deki sıcak anlamlarının tamamını hissettiriyor bana. Dolayısı ile bu kelimeyi kullanmak istiyorum yazımda.

Son zamanlarda yaşadığım hayatın bana ait olmadığını hissediyorum. Ya da benim o hayata ait olmadığımı. İkisi de aynı kapıya çıkıyor gerçekte. Bu da ne demek diyebilirsiniz. Aslında çok basit; uzun zamandır doğup büyüdüğüm şehirde, mahallede, hatta apartmanda yaşamaktan mutlu değilim. Bunun temelde pek çok toplumsal ve kültürel nedeni var. Nedenler ne olursa olsun, önemli olan kendimi artık bu yere ait hissetmiyor olmam. İnsan kendini ait hissettiğinde evimdeyim diyebiliyor ancak.

Daha genç olduğum yıllarda göçebe olmayı isterdim. Elimde bir bavul ya da ufak bir çanta seyahat edip, başladığım noktaya geri dönmemek en büyük hayalimdi. Bugünlerde uzak diyarlara yolculuklar hayal etmek ve bunu gerçekleştirebileceğimi bilmek bana sonsuz bir özgürlük hissi veriyor. Ama başladığım noktaya geri döneceğimi bilmek şartı ile. Son zamanlarda geri dönebileceğim bir HOME ihtiyacı var içimde.

Kısa süre önce, benim de bir zamanlar hayal ettiğim şekilde senelerce göçebe olarak yaşamış bir insanla tanıştım. Her ne kadar göçebe bir millet olduğumuz söylense de, Türk aile yaşantısına uzak bir kavram bugünlerde göçebelik. Bu insan, Türk değil. Hayatının yirmi yılını Güney Doğu Asya’da, doğduğu ülkeden binlerce kilometre uzakta geçirmiş, şimdilerde orta yaşlarının da ortalarında olan bir adam. Evinden ayrı yaşamasının kendine göre pek çok sebebi var. Kimi benim anlayabildiğim, kimi ise anlayamadığım, bana uzak olan nedenler. Geçmişi sorgulamak bugünü pek fazla değiştirmediği için, geçmişi geçmişte bırakmak en iyisi diye düşünüyorum. Bahsetmek istediğim, beni düşündüren konu, bu adamın bugünü ve geldiği nokta ile özlemleri.

İlk konuşmaya başladığımızda bana ‘’ölmek için bir yer arıyorum.’’ demişti. Son üç senedir bir bavulun içinde, evinden uzak yaşadığını fark ettiğinde çok şaşırmış.

‘’Bu kadar zamanın geçtiğini bilmiyordum.’’ 

Dünyanın farklı köşelerinde eşyalarını koyduğu depolar varmış. Güney Doğu Asya’da bıraktıklarını muhtemelen bir daha göremeyeceğini söylediğinde sesi hüzünlüydü. Hayatta geriye dönüşün olmadığına inansa da, geri dönmek isteyeceği bir HOME arıyor bugünlerde. Öyle yalnız ve tek başına bir hali var ki, yaşadığı sonsuz heyecanlı, dolu dolu hayatının bu noktasında, hissettiği terk edilmişlik duygusu ile savaşmaya çalışıyor. Aslında kimsenin onu terk ettiği yok. O terk etmiş pek çok şeyi. Bağsız, köksüz kalakalmış dünyanın bir köşesinde. Kararsız, ona evdeymiş gibi hissettirecek, tutunabileceği somut birşeyler arıyor. Bu yüzden de karşısına çıkan her ana, her mekana, her kişiye ‘’acaba bu mu?’’ diye yaklaşıyor. Çoğunun sonu hayal kırıklığı olsa da denemekten yılmıyor.

‘’Kendimi güvende hissedebileceğim, temiz bir evim olsun istiyorum.’’

Onun hayatının bugünkü kesitine şahit olmak beni düşündürdü. Oysa tanışmamıza vesile olan, onun bu denli çok seyahat edip, bir göçebe gibi yaşamasıydı. Onda beni kendine çeken şey, özgür ruhu ve köksüzlüğüydü. Yaldızlı dış tabakanın altındaki korkuları ile yüz yüze geldiğimde ise, günün sonunda sığınacak bir evim olması seçeneği kendimi güvende hissettirdi bana. Fakat bunun bir adım daha ötesi olmalı diye düşündüm o an. Çünkü HOME, sadece dört duvardan ibaret betonarme bir yapı olmaktan çok uzaktı hayallerimde. Benim de dört duvarım vardı işte. Yine de birşeyler eksikti.

O zaman fark ettim ki, HOME bir ‘yer’ olmak zorunda değildi. HOME aslında geri dönmek isteyebileceğim bir insandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder