14 Mayıs 2012

Hindistan 2

Delhi

Delhi'ye öğleden sonra vardık. Hindistan havayolları uçuş planını değiştirdiği için aynı gün içinde Varanasi'ye uçmamız mümkün değildi. Bir gece Delhi'de kaldıktan sonra Varanasi'ye ertesi gün uçacaktık. Delhi rehberimiz Nek bizi alanda karşıladı.

Şehirde çok az zamanımız olduğu için otele yerleşmeden şehir turumuza başlamayı tercih ettik. Delhi geniş bulvarları, modern hükümet binaları, bulvarlara serpiştirilmiş görkemli anıtları ile modern bir şehir görünümünde. Trafik düzenli akıyor. Her adımda trafik ışıkları ile kontrol edilen döner kavşaklar insana modern bir ülkede olduğu hissi veriyor. Fakat dikkatli bakılırsa madalyonun diğer yüzünü de görmek mümkün yol kenarlarında. Binalar yeni ve modern ama elbisesini sıyırıp yol kenarına tuvaletini yapan insan manzaraları anlatılanlarla bire bir örtüşüyor. İnsan sadece baka kalıyor.

Delhi'de yaklaşık 18 milyon kişi yaşıyormuş. Hindistan'ın ikinci en büyük şehri. İlk sırada 30 milyonla Mumbai yer alıyor.

Chandni Chowk eski Delhi'nin önemli bir alış veriş merkezi. Daha çok yerli halkın ihtiyaçlarını karşıladığı oldukça kalabalık bir pazar burası. Rehberimiz Nek bir rickshaw sürücüsü ile anlaştı. Bize de üçümüz için 200 rupiden fazla para ödemememiz gerektiğini tembihledi. Bisiklet taksilere rickshaw deniyor Hindistan'da. Sürücümüz ince ama güçlü bir genç adamdı. Zaten tüm rickshaw sürücüleri bütün gün ağır pedalları çevirmekten ve büyük ihtimalle yetersiz beslenmeden dolayı oldukça zayıflar. Hava öylesine rutubetli ve sıcaktı ki üçümüzün ağırlığı ile genç sürücümüzün alnında boncuk boncuk terler belirmeye başlamıştı. Şişman olmamama rağmen ağırlığımdan dolayı kendimi suçlu hissettiğim anlardan biriydi rickshaw gezimiz.

Rickshaw ve sürücüsü dinlenirken
Kalabalık ana yolları pedalla geçmek ve aceleci araç sürücülerine ufacık bir rickshaw ile meydan okumak oldukça korkutucu bir deneyim oldu bizim için. Etrafımız korna sesleri ile çevrili yavaş yavaş hareket ediyorduk. Genç sürücümüzün hiç acelesi yoktu. Zaten olamazdı da o kadar ağırlığın altında. Bu işi yapmak için insanın demir gibi sinirleri ve çok güçlü bacak kasları olmalıydı. İnsan vücudunun dayanabileceği psikolojik ve fiziksel zorluğun bir sınırı var mıydı acaba diye düşündüm o zaman?

Birden kendimizi Chandni Chowk'un dar ve karanlık sokaklarında bulduk. Her yerden elektrik kabloları sarkıyordu. İki yanımız dükkanlarla çevrili rickshawda ilerliyorduk. Önce baharat bölümünden, sonra düğün süsleri, mücevher ve sari satılan bölgelerden geçtik. Chandni Chowk, satılan ürünlere göre bölümlere ayrılmış durumda. Hindistan'da düğünlerin oldukça görkemli olması önemli geleneklerden biri. Bu yüzden rengarenk çiçekler, sırmalı kumaşlar ve parlak metaller göze çarpıyor nereye baksak. Dükkanların içinde sariler müşterilerin beğenisi için yerlere serilmiş, pazarlıklar devam ediyor. Anneler, kayınvalideler, gelinler güzelim kumaşlara dokunup karar vermeye çalışıyorlar. Fiyatların öyle çok ucuz olmadığını öğrendik. Birkaç bin rupiden başlayan fiyatlar onbinlerce rupiye kadar çıkabiliyormuş. Vitrinlerde mankenlerin üzerinde sergilenen sarilerin bazıları o kadar görkemli ki gözlerimi almakta zorluk çektim.

Sari pazarlığı
Biz dar sokaklarda ilerlemeye devam ettikçe her köşeden hala insan fışkırıyordu hava kararmaya yüz tutmuş olmasına rağmen. Rickshaw yolculuğumuzun sonunda genç sürücümüze 250 rupi uzattım. Bir saatlik zorlu çabasına karşılık bu kadarını hak ettiğini düşünmüştüm. İkinci durağımız Delhi'nin en önemli turistik noktası "Indian Gate"ti. Bu anıt Paris'teki Arc de Triomphe'dan esinlenerek 1931 yılında Sir Edwin Lutyens tarafından inşa edilmiş. Anıt 1. Dünya ve 3. Anglo-Afgan savaşları sırasında hayatlarını kaybetmiş olan hint askerlerine adanmış. Anıtın bulunduğu büyük meydan oldukça kalabalık, çoğunlukla yerli halkın göze çarptığı bir panayır alanı görünümündeydi.

Indian Gate ve Canopy
Indian Gate
Ne modern bir alışveriş merkezi, ne de cafe falan görecek halimiz kalmıştı. Sadece bir şeyler atıştırıp otele dönmek istiyorduk. Nek bizi otelimize yakın Connaught Place civarındaki bir tavuk restaurantına götürdü. Sıradan bir Hint restautantıydı gittiğimiz mekan. Sonuçta Hindistandaydık ve yerel yemekleri tercih ediyorduk. Tavuk Tandoori sipariş ettiğime sonradan pişman olsam da gelen kocaman porsiyonu afiyetle yediğimi fark edip kendim de şaşırdım. Nek vejeteryan olduğu için daha geleneksel yemekler sipariş vermişti. Hindistan'da en çok yenen bakliyat yeşil mercimek yani "dal", tattıktan sonra favori hint yemeğim haline gelen "paneer" ve yanında da sade pilav. Paneer bir peynir yemeği. Bilmediğim karışık bir sosun içinde geliyor. Genellikle evde de peynir ile beslenen bir insan olduğudan paneer'in favori yemeğim haline gelmesi pek de şaşırtıcı değildi. Yemeğin sonunda bir tepsi içinde anis ve saris ikram edildi. Kız kardeşimin "her gördüğün şeyi hemen ağzına atıyorsun" uyarılarına kulak asmayarak çiğnemeye başlamıştım bile. Anis bildiğimiz anason, saris de şeffaf beyaz renkli bir çeşit şekerdi. Sanıyorum ağız kokusunu gidermek ve hazmı kolaylaştırmak için yeniyordu.

Güneşe selam, Delhi Havaalanı
Şehrin güneyine yeni ve lüks bir yerleşim bölgesi  inşa edilmiş. Bu yeni bölge Defence Colony olarak geçiyor. Golf sahaları, modern alış veriş merkezleri ve cafeleri ile Delhi'nin yeni yüzü olarak biliniyor. Zamansızlık yüzünden Mocha cafe'de hookah içemedik. Forumlardan okuduğum kadarı ile oldukça renkli bir cemiyete ev sahipliği yapıyormuş bu cafe. Eğer zaman bulusanız benim için de mutlaka uğrayın.

Kısa Delhi maceramıza ancak bu kadarını sığdırabildik. Evet biliyorum hala Varanasi'ye varamadık. Ama uçağımız ertesi gün sabah erkenden...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder