10 Haziran 2012

Çeşme'de Yelken Yapmak

Denizin üzerinde olma ve rüzgarı yüzümde hissetmenin keyfi ancak yelken yaparak çıkıyor. Çok uzun zamandır aklımdaydı tekrar yelken yapmaya başlamak. Fakat bir türlü zamanımı ayarlayamamıştım. İki sene önce yaptığım gibi Kalamış’tan çıkmak istemedim denize. İnternette, teknede kalmalı, Çeşme’den çıkışı olan bir eğitim programı ararken karşıma Doğan Güzeliş çıktı. Hemen aradım ve tesadüfen istediğim tarihlerdeki eğitim programında sadece bir kişilik yer olduğunu öğrendim. Hemen paramı gönderip programa dahil oldum.

Sonsuz mavilik
Altı kişilik grubumuzda kimseyi tanımıyordum önceden. Arada sırada böyle sürprizler yapmayı severim kendime. Hiç tanımadığım insanlarla bir araya gelebileceğim keyifli ortamlar yaratırım. Bu sefer de doğru karar vermişim. Doğan harika bir eğitmen ve birlikte eğitim aldığım insanlar da eğlenceli ve en önemlisi uyumluydular. Dolu dolu, yemeli içmeli, bol yelkenli dört gün geçirdim onlarla.

Bizim ekip
Symphonie onbeş metrelik bir Jeanneau. Hani sülün gibi derler ya. İşte öyle bir tekne. Bir kişi eksikle Symphonie’de sabah dokuzda buluşuldu. Tanışma faslından sonra kaptan elimize bir alışveriş listesi verip bizi Migros’a gönderdi. Düşünsenize birbirini hiç tanımayan beş kişi yiyecek alış verişi yapıyor tanıştıktan yarım saat sonra. Herkes bir köşeye dağılıp listenin bir parçasını tamamlamaya çalıştı. Yaklaşık bir saat sonra da kasadaydık. Alış veriş sadece kahvaltı ve öğle yemekleri için yapılmıştı. Akşam yemeklerini karada, marinalarda yemeyi planlıyorduk. Dört günlük alış veriş kişi başı yaklaşık altmış TL ye mal oluyor. Biz sezonun ilk kalmalı grubu olduğumuz için bize biraz daha fazlaya mal oldu. Zira teknede bizden önceki gruptan herhangi bir erzak kalmadığından herşeyi fazladan almak durumunda kalmıştık.

Çeşme marinayı öğlene doğru terk ettik. Önce kıç halatlarının ve burun tonoz halatının ne zaman ve nasıl çözülmesi gerektiğini öğrendik. Doğan ilk andan itibaren teknenin hakimiyetini bize verdi. Ama her an gözü üzerimizde, bir orkestra şefi edasıyla bizi yönlendirdi.

Seyre çıkarken ilk olarak kişisel neta yapılır. Mutlaka ayakkabılar giyilir ve güneş kremleri sürülür.
Doğan'ın tabiri ile "savaş boyaları". Ardından teknenin içi neta edilir. Yani ortada devrilecek, uçacak, kırılacak birşey olmaması gerekir. Telsiz açılarak genel kanala ayarlanır (16). Akü de devreye sokulduktan sonra yukarıda, havuz bölgesi neta edilir. Teknede ön hazırlık oldukça önemli. Her detayın eksiksiz düşünülmesi gerekiyor. Marinadan çıktıktan sonra Doğan “usturmaçalar” diye bağırır. Biz teknenin iki yanına dağılarak usturmaçaları toplarız. Doğan her marina çıkışında onların toplanıp burundaki depoya kaldırılması gerektiğini ve bunun da denizciliğin adetlerinden olduğunu anlattı bize. O zamana kadar bindiğim hiç bir teknede usturmaçaların çözülüp ayak altından kaldırılması gerektiği söylenmemişti.  

Denizci düğümlerini öğreniyoruz.
Marinadan çıkınca ilk iş ana yelkenin açılmasıdır. Bunun için de teknenin burnu rüzgara verilir. Bumba boşa alınarak ana yelken basılır. Bu arada biz sağa sola koşturup hangi halatı çekip, hangisini bırakacağımızı hatırmalaya çalışırken havuzda sonsuz bir karmaşa oluşur. Ama ilk günlerin karmaşası son gün sona ermiş, daha organize bir şeklide hareket eder hale gelmiştik havuzun içinde.

Rüzgar eğitim boyunca çok hırçın değildi. Yalnız akşam üzerlerine doğru hızını artırdığında biz de tekneyi yatırıp biraz olsun orsalamanın keyfini çıkardık. Rüzgarın az olması manevraları sakin ve daha yavaş bir zamanlama ile öğrenmemize olanak verdi. Doğan, öğrenmemiz gereken üç hareket olduğunu anlattı bize. Denizde en çok bunları kullanacakmışız. Tremola, kavança ve camadan vurmak. İlk gün tremolayı öğrendik. Hem de ne öğrenmek. Hepimiz tek başımıza yapabilir duruma gelmiştik. Tremola rüzgar üstüne dönülerek yapılan ve sanıyorum en çok kullanılan manevra.
 
 
"Alesta tremola"...
 
 
Hala zamanlamamız iyi olmamasına rağmen hangi noktada halatları çekip, hangi noktada bırakmamız gerektiğini biliyorduk artık. Gerisi aynı grupla bolca pratik yapmaya kalıyordu. Yarışlarda saniyeler önemliymiş. Bunun için bilinmesi gereken birkaç püf nokta varmış. Çoğumuz yelkeni gezi amaçlı yapmak istediğinden o kadar detaya girmedik. Zaten dersimizin konusu da değildi.
İkinci gün yine Çeşme marinadan çıkıp Alaçatı yönüne devam ettik. Rüzgar yine azdı. Öğlene kadar ders yaptıktan sonra Kum Beach açıklarında demir atıp öğlen yemeği yiyip siesta yapmaya karar verdik. Kendimi denize atmak için sabırsızlanıyordum. Zira su inanılmaz bir berraklıktaydı. Biz yüzerken Doğan da öğle yemeği hazırlığına girişti. Soslu makarnamızı yedikten sonra güneşlenmeye devam ettik. Alabildiğine derin bir maviliğin içinde tembellik yapmak insanın ruhunu alıp başka diyarlara götürüyor. Sonsuz mavilik iliklerime kadar işlemişti.
Öğleden sonra rüzgarını yakalayıp bu sefer kavança manevrasını öğrendik. Kavança rüzgar altına doğru yapılan daha yavaş bir manevra. Sadece cenovanın değil, ana yelkenin yönünü de değiştirmek gerekiyor. Üç kişinin senkronize bir şekilde hareket etmesini gerektiren bu manevrayı Doğan'ın talimatları doğrultusunda tek başımıza da yapar olmuştuk. On beş metrelik bir teknenin hakimiyetini rüzgara rağmen hissetmek o denli keyifliydi ki hiç bıkmadan aynı manevraları defalarca tekrarlayabilirdim.

Sert havalarda da ana yelkene camadan vurulması gerekiyor. Yani armanın ve yelkenin, rüzgarın gücünden dolayı zarar görmemesi için ana yelken alanının küçültülmesi. Bu hareketi de birkaç sefer tekrarladık dört günlük eğitim boyunca. Hep kafamı karıştırmış olan halatların mantığını artık anlayabiliyordum. Halatların o denli karmaşık olduğuna bakmayın. Bir kez hangi hareketin ne olduğunu ve neden yapıldığını kavradığınızda tüm karmaşa sona eriyor.

Halatlar
Doğan "filtre kahve zamanı" diye bağırdı. Teknedeki en keyifli anlardandı kahve molaları. Metal bir french press den servis yapılan kahvenin yanında çikolata yiyip Doğan'ın hikayelerini dinlemeyi seviyordum. Herşey öylesine olması gerektiği gibi ve uyum içindeydi ki, içinde bulunduğumuz resme ait olmayan hiçbir anımız yoktu.

Filtre kahve zamanı

İkinci akşamımızda Alaçatı Asma Yaprağı nda yer ayırtmıştık. Kız kardeşim de davetliydi. Sekiz kişilik bir masada sebze ağırlıklı yerel yemeklerden oluşan bir ziyafet çektik. Muhabbet de oldukça keyifliydi. O gece Alaçatı'da evde kaldım.

Kahvaltı yine teknedeydi. Oldukça geniş bir menümüz vardı bulunduğumuz ortamın kısıtlı şartlarına rağmen. Doğan seyre çıkmadan önce iyi bir kahvaltının şart olduğunu söyledi.

Rotamız Sığacık limanıydı üçüncü gün. Yine öğlene kadar ders yaptık. Bu sefer Doğan bize deniz trafiği ile ilgili bilgiler verdi. Akılda tutulması gereken yedi tane kural varmış. Bunları bilirsek başımıza hiçbir şey gelmezmiş. Son iki kuralın biraz karışık olduğunu söylemek zorundayım.

Öğlen rüzgar yine durdu. Bu sefer yolumuz üzerindeki Nergis Koyu nda demir attık. Bu koy herkes tarafından bilinen bir koymuş. Teknelerin çokça demirlediği, karadan ulaşımın olmadığı, insanın kendini suya atmak için sabırsızlandığı bir nokta. Çok güzel bir turkuaz akvaryumun ortasına demir attık. Doğan'ın merdiveni suya indirmesini beklerken sabırsızlanmıştım. Derinlik beş altı metre civarındaydı.

"Coffff" ...

Suyun sarmalayan serinliğini tüm vücudumda hissettiğimde "tamam işte cennetteyim" dediğim anlardan biriydi. Karaya kadar yüzdüm. Ufacık taşlık bir kumsala vardığımda bu küçük cennetimsi koyu bana hatırlatması için üç çakıl taşı alıp tekneye geri yüzdüm. Öğle yemeğimiz yine makarnaydı.

Siesta sonunda Sığacık limanına doğru yola koyulduk.

Gün Batımı , Sığacık Marina

Marinaya girerken güneş batmak üzereydi. Tekneyi bağlayıp karaya ayak bastığımızda ise yer gök alev almıştı sanki. Gökyüzünün kızıllığı bembeyaz teknelere tatlı bir pembelik veriyordu marinada. Deniz kıpkırmızıydı.

Marina yaşamının ne kadar huzurlu ve yavaş olduğunu gördüm bu dört gün içinde. Tekne sahipleri güler yüzlü, herkes sabahları birbirine günaydın diyor tanımasa da. Kimsenin acelesi yok gibi. Sığacık da farklı değildi. Hatta daha yerleşik bir yapısı var gibiydi. İnsanlar yaşıyordu bu marinada. Birbirlerine aşinaydılar. Ayak üstü sohbetler oluyordu pontoonlarda. Kendimi bu resmin içinde hayal ettim. Hayatımın bu olmasını istedim Sığacık gün batımında. Deniz, rüzgar, tekneler ve marina ile çevrili bir hayat.

Doğan bizi taze balık yiyebileceğimiz salaş bir balıkçıya götürdü. Ardından da kasaba içinde yürüyüşe çıktık. Tesadüf bu ya Sığacık Suluboya Festivaline denk gelmişiz. Sokakta büyükçe bir sahne kurulmuş, yüzlerce kişi amatör bir konseri izliyordu. Gençliğimize ait tanıdık şarkılar duyunca biz de durup konseri izlemeye başladık. Şan öğretmeni olan bir adam çıktı sahneye. Timur Selçuk'un İspanyol Meyhanesini söylemeye başladığında şaşkınlık içindeydik duyduğumuz müthiş ses ve yorum karşısında. Performans bittiğinde biz de dahil herkes ayakta alkışlıyordu şan öğretmenini.

O gece ilk defa teknede uyudum. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıp şimşekler çaktı. Fark ettim ki teknede yaşam korktuğum kadar zor değilmiş. Konfor için her detay düşünülmüş. Sadece alan kısıtlı. Yine de denizin üzerinde olma ve rüzgarı yüzünde hissetme fikri herşeyin ötesinde.

Sığacık'ta marinanın hemen karşısında Üniversite II adında bir fırın var. Pazar kahvaltımızı orada yaptık. Hayatımda ilk defa beyaz peynir ve dere otlu gevrek yedim. Gevreğin yanında beyaz peynir yediğim olmuştu. Fakat bu şekilde gevreğin beyaz peynirlisini ilk defa görüyordum. Lezizdi...

Fırtınayı öğreniyoruz

Çeşme'ye yolumuz uzundu. Rüzgarımız da fazla değildi. Biraz motor, biraz yelken akşam üzeri Çeşme'ye vardık. Yolda harita, navigasyon ve meteoroloji hakkında bilgiler verdi Doğan. Son dersimizdi. Filtre kahvemizi de hergün olduğu gibi içmeyi ihmal etmedik.

Doğan Kaptan ve ben
Bu yelken eğitimi son zamanlarda kendime verdiğim en şahane hediyeydi. Eğitmeni, teknesi, denizi ve ekibi ile dört dörtlük bir tatil oldu benim için. Seneye Temmuz ayında Doğan ve grubu ile Rodos Cup'ta olmayı planlıyorum.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder