6 Ağustos 2012

Amigdalam Olmasaydı


İnsan beynini anlatan hangi kitabı okursanız okuyun üç beynimiz olduğundan bahsedilir. Evrim hiçbir zaman mükemmelin peşinde olmadığı gibi, değişen dış koşullara bizi gerektiği kadar hızlı adapte edememiştir de. Bu yüzdendir ki aslında mükemmel olduğunu düşündüğümüz insan beyni, tasarımı nedeni ile pek çok işletim hatasına sahiptir.

Amacım bilimsel bir makale yazmak değil. Zaten istesem bile bu konuda uzman değilim. Yine de aklıma gelen komik olduğunu düşündüğüm şu fikri biraz irdelemek istedim.

Eğer amigdalam olmasaydı...

İnsan beyninin derinliklerinde, ikinci beynimiz olarak geçen memeli beyninin bir bölümünü oluşturan badem şeklindeki amigdala, beynin sağ ve sol hemisferlerinde olmak üzere iki adettir ki, bugünkü genel mutsuzluğumuzun nedeni olabilir mi?

Nöroloji bilimi ve antropoloji ile uğraşanlar, insanın mutlu olmak için evrimleşmediğini savunuyorlar. Yani evrimin asıl amacı mutlu olmamız değil, hayatta kalıp soyumuzu sürdürebilmemizdi. Bunun için de elindeki en uygun sistemi kullanması gerekiyordu.

MRI coronal view of the amygdala

Amigdala...

Savanalarda, vahşi doğayla birlikte yaşayan atalarımızın kendilerini ani tehlikelere karşı korumak için erken bir uyarı sistemine ihtiyaçları vardı. Amigdala en kestirme yoldan beyne sinyal gönderip, vücudun kaçmak ya da savaşmak için gerekli pozisyonu almasını sağlamakla yükümlüdür. Aynı zamanda amigdala, ilkel duygular olan öfke, nefret, ve korkudan da sorumludur. Yaşanan tecrübelerin hafızada sağlamlaştırılmasında da önemli bir rol oynar. Bu özellikler Fred ve Vilma Çakmaktaş’ın savanada hayatta kalmasına neden olmuşsa da günümüzde modern insan için farklı anlamlar ifade ediyor.

Amigdalanın en önemli görevi çevreyi durmaksızın tarayarak olası tehlikelere karşı beyni uyarmaktır. Normal şartlar altında bile endişe duyguları oluşturan bu organ, uyarıldığında süper ihtiyatlı bir duruma geçer. Kalp atışlarımız hızlanır, vücuttaki tüm sinirler aşırı uyarılır, göz bebekleri daha iyi görüş için genişler, daha hızlı tepki verebilmek için tüm kan kaslarda yoğunlaştığından deri sıcaklığı düşer. Sistem bir kere aktive edildiğinde kapatılması o kadar da kolay değildir. Bu durum modern insan için mutlulukla mutsuzluk arasındaki ince çizgiyi belirler.   

Günümüzün, hatta hayatımızın çok büyük bir bölümünü, uyku haricinde, farkında olmadan amigdalamız aktive halde yaşıyoruz.

Bir de şu açıdan bakalım. Memeli beyninden sonra beynimizin üçüncü ve en gelişmiş katmanı olan serebral korteks evrimleşti ve bize muhakeme, konuşma, düşünme ve farkındalık yetilerini verdi.

Çalılıklarda kaplan varsayımına dayalı erken uyarı sistemimizin evrimleşmesinden sonra yeni gelişmiş sistemin de devreye girmesiyle herşey sarpa sarar. Neden mi? Bilincin ve kavramsal düşünme yeteneğinin artmasıyla modern insan daha detaylı ve ileriye dönük düşünmeye / planlama yapmaya başlar. Bu da modern hayatın başlamasına neden olur. Günümüz hayatının tehlikeleri ise çoğunlukla varsayımsal olduğu için, amigdalamızın aradaki farkı, yani gerçek bir tehlike ile olasılık arasındaki farkı bilmesi mümkün değildir. Olası bir terör saldırısı, ekonomik krizler ya da sevgilimizin bizi aldatıp aldatmadığı varsayımları, kafamızda kurduğumuz binbir çeşit felaket senaryosu amigdalamız tarafından herhangi bir filtre olmaksızın dikkate alınırken, tehlike gerçek olsun ya da olmasın vücudumuz kaçma ya da saldırı pozisyonu almaya devam eder. Bedenimiz her seferinde bu pozisyonu aldığında ise beynimiz buna karşılık negatif bir düşünce oluşturur. Aslında olmayan bir olayı olmuş gibi yaşamaya başlarız. Bu, beden-düşünce, düşünce-beden tetiklemesi yıllar boyunca sonsuz bir sarmal halini alıp davranış biçimimizi meydana getirir. Genellikle negatif.

Sonuç olarak, felaket tellalı amigdalam olmasaydı daha mutlu / huzurlu bir insan olur muydum sorusuna cevabım; evet olabilirdim. Fakat amigdalamı kesip atamayacağıma göre yukarıda bahsettiğim sarmalı kırabilmek için farklı bir yol aramaya koyuldum.

Doğu dinlerinde “farkındalık” olarak anlatılan, kişinin anda mevcut kalıp, duygulanımlarını izlemesini gerektiren çalışmalar var. Bu çalışmaların farklı isimleri olmasına rağmen ortak tek bir uygulamadan bahsediliyor, “meditasyon”.

Meditasyon teknikleri de çeşitli. Fakat öyle çok fazla kuralı yok. Tek yapmamız gereken nefese odaklanıp kafamızın içindeki dırdırı durdurabilmek. Olaylara karşı tepkisel yaklaşmayıp, duyarlı kalabilmek.

Uzun yıllar meditasyon yapmış kişilerin beyinleri incelendiğinde amigdalalarındaki aktivitenin az olduğu gözlemlenmiş. Bilimsel çevrelerde meditasyonun beyni olumlu yönde değiştirdiği gerçeği kabul ediliyor artık. Ve beynin plastik yapısı göz önünde bulundurulursa, işleyişini, dolayısı ile davranış biçimimizi de değiştirip, daha mutlu ve huzurlu insanlar olabileceğimiz bilimsel olarak kanıtlanmış gerçekler.

Evet keşke bir amigdalam olmasaydı. O zaman hayatım ne yönde farklı olabilirdi kestiremiyorum. Korkularım olmadığı gibi heyecanlarım da olmayabilirdi. Beni insan yapan özelliklerden soyulmuş, robotlar gibi dümdüz bir varlık olabilirdim. Şu an bunu bilebilmem mümkün değil. Ta ki evrim değişimi gerekli görene kadar beynimin bu küçük parçası ile yaşamak zorundayım. Son iki haftadır yaptığım meditasyonun hayatımı tamamen değiştirdiğini söylemek isterdim. Öyle olmasa da pozitif yönde küçük adımlar attığımın farkındayım. Bu, uyanık olduğum her an farkında kalmamı gerektiren uzun bir süreç. Yani hayat boyu...      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder