brahma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
brahma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Mayıs 2012

Hindistan 3

Lord Shiva'nın Şehri


Varanasi'nin halk arasında pek çok ismi var. Şiva'nın şehri, tapınaklar şehri, kutsal şehir, Benaras ya da Banarasi. Eminim daha bilmediğim onlarcası vardır.

Varanasi havaalanı oldukça nezih ve temizdi. Çantalarımızı herhangi bir sorun yaşamadan aldık. Nedense her varış bir stres havaalanlarında. Acaba çantam uçaktan çıkacak mı çıkmayacak mı stresi. Yaşanılan kötü bir tecrübe insana yapışıp kalıyor ne yazık ki. Bu yüzden çantaların alana varması oldukça önemli bir konu benim için. Yani bahsedilmeye değer.

Havaalanı ile otelimiz, The Gateway arası taksi ile 40 dakika kadar sürdü. Yollar her zamanki gibi kötü ve karmaşa içindeydi. Kaldığımız otel Ganj nehrine 6 km uzaktaydı. Sanıyorum tüm iyi oteller aynı bölgede bulunuyor. Çünkü nehrin kenarında gördüklerimiz çoğunlukla misafir evleriydi. Ve Hindistan'da beş yıldızın altında bir otelde kalmanın ne demek olduğunu öğrenmek bile istemezdim, özellikle Varanasi'de.

O denli yorgunduk ki biraz otelde kalıp dinlenmek istedik. Havuz kenarı, bir şişe KingFisher ve ardından da masaj, Hindistan'ın tüm tozu toprağı, karmaşası ve ağırlığı üzerimizden uçup gitti bir anda.

Gateway Hotel'in havuzu (Varanasi'deki cennetimiz)
Akşama doğru nehrin kenarına inmek için otelden bir araba kiraladık. Otel aynı zamanda bize bir kayıkçı tahsis etti. Sonunda Aarti seremonisine şahit olacaktım. Arabalar Ganga'nın kenarına kadar gidemiyor. Yaklaşık beş yüz metre yürümemiz gerekiyordu. Kendimizi bir savaş alanının içinde bulmuş ve şaşkınlıkla etrafımızdaki hayat mücadelesini seyrediyorduk. Kıpırdamak bile mümkün değildi. Adımımızı nereye atacağımızı şaşırmıştık. Her yerden arabalar, motorsikletler ve insanlar fışkırıyordu. Kaldırım diye bir kavram zaten yoktu. Kız kardeşim dehşet içinde sokağın ortasında bir motorsikletliyi sopayla döven trafik polisini işaret etti.  Bu öylesine doğal bir durumdu ki hayat kesintiye uğramadan devam ediyordu onlar için. Rehberimiz önde, biz arkada, ona ayak uydurmaya çalışırken bir yandan da kimseye değmemeye özen göstererek yürüyüşümüze devam ettik. Nefes almak bile adeta işkenceydi o toz dumanın içinde. Sadece insanlar değil inekler de başı boş yollarda geziniyorlardı. Mağazalardan birinin içene oturmuş, dışarıdaki kaosu dükkan sahipleri ile birlikte sükunet içinde seyreden ineği gördüğümde Hindistan'da herşeyin mümkün olabileceğini biliyordum artık. Evet bu kutsal şehirde inekler bile daha kutsallardı.

Kutsal inek
Akşam duası "puja" için kalabalık bir insan topluluğu Ganga'nın kıyısında toplanmaya başlamıştı. Alacakaranlık çökmüştü kutsal nehrin üzerine. Günün en sevdiğim zamanı "dusk"dır. Kayıkçımız Deepu bizi buyur etti. Saat 7 deki seremoniye daha zamanımız vardı. Önce Manikarnika Ghat'ına, yani ölülerin yakıldığı ve ateşinin yüzyıllardır sönmediği rivayet edilen en kutsal ghata doğru yöneldik. Yakma işlemi devam ediyordu. Merdivenlerde sıralarını bekleyen paketlenmiş ölüler göze çarpıyordu. Nehrin üzerinde olduğumuzdan sadece alevleri ve dumanı görebiliyorduk.
Manikarnika Ghat
Manikarnika Ghat'ının mitolojik hikayesine göre Vishnu binlerce yıllık cezadan sonra Lord Shiva'yı memnun etmek için çakrasıyla bir kuyu açar, Shiva burada yıkanabilsin diye. Lord Shiva'nın küpesinin üzerindeki taşlardan biri bu kuyuya düşer. Böylelikle Ghat'ın ismi "Mani- mücevher", "karnika - kulağa ait" olur. Manikarnika Ghat'ı hayatın ortaya çıktığı 5 kutsal merkezden (tirtha) biri olarak kabul ediliyor.

Aarti seremonisi
Aarti seremonisi ve puja başlamak üzereydi. Seremoni her akşam Ganga'nın iki ana ghatında yapılıyordu. Kayıklar bu iki ghatın önünde kümelenmeye başlamışlardı bile. Biz de Dashashwamedh Ghat'ının önünde yerimizi aldık. Hava tamamen kararmıştı artık. Rahipler, kutsal anneleri Ganga'ya yüzleri dönük, tütsü dumanı içinde dualar edip şarkılar söylüyorlardı. Üzerlerinde 108 mumun yandığı şamdanları Ganga'ya uzatıp onlara hayat verdiği için teşekkür ediyorlardı.

Aarti, kayıkta
108 sayısının Hinduizm'de pek çok farklı anlamı var. Budist ve hindu malalardaki (tespih) boncuk sayısı da 108. Anlamların kimi matematiksel özellik taşıyor.. Sayıların gücü, eğer inanıyorsanız. Kimi de daha ruhani. Mesela rivayete göre insanlığa ait 108 adet dünyevi arzu olduğu söyleniyor. Ya da 108 yalan. Kimine göre de 108 tane yanılgı. Astroloji, güneşin dünyaya göre konumu, 108 tanrıça ismi ve daha onlarcası.

Ganga anneye dilek
Om, jay Ganga mata - Shiva, Ganga anneye saygı.

Aarti seremonisi gerçekten de görülmeye değer bir manzaraydı. Binlerce insan Ganga'ya sevgisini sunuyordu. Dua, turistlere yönelik olmaktan çok kendi inanışlarını dile getirdikleri bir yakarıştı Tanrıça'ya. Bizler de sadece Ganga'ya olan sevgilerini izlemek için orada bulunan yabancılardık. Tören bir saat kadar sürdü. Sonrasında çiçeklerle bezeli küçük mum adakları yakılarak nehre bırakıldı. Dilekler dilendi. Belki binlercesi Ganga anneye fısıldandı.

Ganga
Hindular nehrin kendi kendini temizlediğine inanıyorlar. Ganga'nın suları çamur rengi, nasıl bir temizlik duygusudur bu diye düşünüyor insan onca kişiyi her sabah nehirde yıkanırken görünce. Hindular her sabah Ganga'da yıkanarak günahlarından arındıklarına inanıyorlar. Yıkanıp paklandıktan sonra da yine nehir kenarındaki tapınaklarda dualarını edip adaklar sunuyorlar Tanrılarına.

İnsanların inançları beni her zaman çekmiştir. Özellikle bu denli güçlü inançlar. Ondandır ki bu insanları ibadet ederken seyretmek benim için ilginç bir deneyim oldu. Bazı anları daha yakından fotoğraflamak istediysem de vazgeçtim. Yüzlerce farklı şekillerdeki vücut, onlara kimin baktığını umursamadan, doğal halleri ile yıkanıyorlardı. Gerçeklikle estetik çoğu zaman birbirleriyle örtüşmüyor.

Nehre açılan daracık sokaklarda yolu kaybetmek çok mümkün. Yanımızda her daim bir rehber olduğundan sıkıntı çekmedik. Öte yandan isterdim ki daha özgür dolaşabileyim. Fakat Varanasi'de sokaklarda avare avare dolaşmak bir Avrupa şehrinde yürüyüşten çok farklı bir deneyim. Sıcaklık ve nem sabah 9 da dayanılmayacak bir hal alıyor ki biz oradayken henüz en sıcak aylar başlamamıştı bile. Nehir kenarında güneşin doğuşunu seyrettikten sonra otelin temiz, güvenli ve sakin ortamına koşarak dönüyorduk. Dışarıdaki hayatın ruhumuza verdiği ağırlık dayanılacak gibi değildi sokaklarda yürüdüğümüz kısacık zamanlarda. Bu denli sefalet, pislik ve yokluk insanda çaresizlik duygusu yaratıyor. Benim yabancı olduğum bir duyguydu. Kalmak istedim sokaklarda günlük hayatın bir parçası olabilmek adına, otele kaçıp saklanmak istedim daha fazlasına tahammül edemediğimden.

Varanasi'nin arka sokakları
Hindistan'da spor önemli bir aktivite. Gençleri her yerde cricket oynarken görmek mümkün. Ganga'nın dar nehir kıyısında bile. Sabah yürüyüşlerimizden birinde cricket oynayan ufaklıkların yanına yaklaştım ve bana nasıl vuruş yapıldığını göstermelerini istedim. Sanıyorum 7 - 8 yaşlarındaydılar. Sopayı elime tutuşturduktan sonra nasıl tutmam gerektiğini gösterdiler. Top atıcıya insaflı olmasını işaret ettim. İlk vuruşum isabetliydi. Çevremde mutlu ve heyecanlı küçük yüzler gördüm. "4 atış, 4 atış" diye bağırıyorlardı. Ne yazık ki ikinci vuruşumda toplarını nehre doğru fırlattığım için beni göz açıp kapayana kadar oyun dışı bıraktılar. Keşke evdeki onlarca bayatlamış tenis topum şu an yanımda olsaydı diye düşündüm. O zaman oyundan atılmazdım muhtemelen.

Ben ve Cricket
Sabah yürüyüşümüz boyunca yolumuzun üzerinde yüzleri Ganga'ya dönük meditasyon yapan Sadhu'lar gördük. Sadhu'lar göçebe hindu rahipler. Tüm hayatlarını mokşa'ya ulaşmaya, yani ruhlarını özgürleştirmeye adamış kişiler. Hinduizmde mokşa dördüncü, yani en son aşram. Bu noktaya erişince ruhlarının bir daha reenkarne olmayacağına inanıyorlar. Mokşa'da acı çekme sona eriyor. Varanasi bu yüzden Hinduizme inananlar için çok önemli. Çünkü bu şehirde ölünce mokşaya ulaşacaklarını düşünüyorlar. Pek çok hindu Benaras'a ölmek için geliyor.

Sadhular gibi tam lotus pozisyonunda oturabilmeyi çok isterdim. Bunun için uzun süre yoga yapmak gerekiyor sanırım. Yoga kasların esnemesine büyük ölçüde yardımcı oluyor. Bu yüzden yürüyüşümüz sırasında tanıştığımız yoga eğitmeni bize bedenimiz ve ruhumuz için mutlaka her gün yoga yapmamızı tavsiye etti. Öylesine huzurlu bir tavrı vardı ki, fotoğrafına her baktığımda gözlerinde gördüğüm hayata dair anlayış bana güven hissi veriyor.

Derin bakışlı yoga eğitmeni
Varanasi'de dünyaca ünlü bir de üniversite var. 10 km uzunluğunda bir kampüse sahip Benaras Hindu Üniversitesi mühendislik, tıp, hukuk gibi konularda eğitim veriyor. Dünyanın pek çok yerinden okumaya öğrenciler geliyormuş. Kampüsün içindeki Şiva Tapınağı önemli bir ibadet yeri. Bu tapınak Hindu Taj Mahal olarak geçiyor iç dekorasyonunda mermer kullanıldığı için. Tapınaklarda yalın ayak geziliyor. Kapıdaki ayakkabı sorumlusu çok küçük bir bahşişe ayakkabılara göz kulak oluyor. Varanasi'de her adım başı bir tapınak görmek mümkün. Şiva'nın evrensel işareti lingam a adaklarda bulunuyor hindular. Onlar için Şiva en önemli tanrı diğer ana tanrılar Brahma ve Vishnu yanında.
Durga Manastırı
Ziyaret ettiğimiz diğer iki tapınak Üç Tanrı Tapınağı ile Maymun tanrı Hanuman Tapınaklarıydı. Durga Mandır (tapınak) olarak adlandırılan Hanuman Tapınağı tamamen kırmızı renkte. Girişinde de bir neem ağacı var. Hintlilerin yapraklarıyla dişlerini temizledikleri ağaç.

Üç Tanrı Manastırında dua
Varanasi'de ipek işlemeciliği çok gelişmiş. Şehrin bir diğer adı da "İpek Şehri". Rehberimiz bizi müslüman mahallesindeki bir aile dokuma şirketine götürdü. İpek dokumacılığını müslümanlar yapıyor şehirde. Varanasi'de müslümanların ve hinduların hayatları birbirinden ayrıymış. Barış içinde yaşamalarına rağmen bakkalları, kavhehaneleri ve yaşam alanları farklı. Güzelim el tezgahları, rengarenk ipek iplikler ve inanılmaz bir el işçiliği ile karşı karşıyaydık. İzbe küçük odalarda el tezgahlarının başındaki ustalar tıkır tıkır hiç sekmeden iplik makaralarını çözgülerden geçiriyorlardı. Görüntüde kolay gibi gözüken bu atma tutma oyununun, tezgahın başına geçtiğimizde pek de kolay olmadığını fark ettik. Ama tezgahın başında çok eğlendiğimi itiraf etmeliyim.




İpek dokuma
Tezgahlardan sonra satış kısmına geçtik. Orada bize şimdiye kadar gördüğüm en güzel ipek dokuma örneklerini gösterdiler. Kimisi satılık bile değildi. Bazı çok desenli modelleri dokumak birkaç yıl sürebiliyormuş. Sonunda bir yatak örtüsü ile şal alıp çıktım. Alış veriş ve pazarlık yaklaşık iki saat kadar sürdü.

Öğlen olduğu için hava çok ısınmış ve turumuza biraz ara verme zamanı gelmişti. Otelimizde birkaç saat dinlendikten sonra, daha çok bayıldıktan sonra rehberimiz ile yeniden buluştuk.

Sarnath, Varanasi'ye 10 km uzaklıkta bir bölge. Buddha'nın ilk müritlerine verdiği ilk öğretinin gerçekleştiği yer. Bu yüzden de bölgede birkaç tane önemli budist tapınağı var. Özellikle Japonların yaptırmış olduğu tapınak görülmeye değer.

Lord Buddha'nın ilk vaazını verdiği nokta, Sarnath
Lord Buddha, Bodh Gaya'da aydınlığa ulaştıktan sonra Sarnath'a gelmiş. Budizmin hac yolculuğu Bodh Gaya'dan başlayıp Lord Buddha'nın doğduğu köy olan Lumbini (Nepal) de bitiyor. Üçüncü nokta ise Kushinagar, yani Lord Buddha'nın öldükten sonra nirvanaya ulaştığı yer olarak biliniyor.

Lord Buddha'nın küllerinin, en azından bir kısmının da yine Sarnath'daki Dhamekh Stupa'da bulunduğu söyleniyor. Stupa tamamı kırmızı tuğla ile örülmüş görkemli kutsal bir yapı Budistler için.

Varanasi'de "Baba" lakaplı gurulara rastlamak mümkün. Biz de rehberimiz aracılığı ile "Baba Atri" (adından gerçekten emin değilim) ye götürüldük. Baba Atri kırklarında, kara sakallı yapılı bir adamdı. Küçük bir odanın ortasında bağdaş kurmuş kendisine yönlendirilen farklı milletlerden ziyaretçileri kabul ediyordu. Daha çok ağzı bol laf yapan bir sahtekar görünümündeydi. Önce içeri girmek istemedim. Kızkardeşim Baba'nın yanına oturdu ve bir müridi tarafından ingilizce hazırlanmış dosyasını incelemeye koyuldu. Baba durmadan yaptığı hayır işlerinden bahsediyordu. Bir ara ona "bu anlattıklarınız satış stratejiniz mi?" diye sorma gafletinde bulundum. Baba oldukça alındı ve birşey satmadığını söyledi. Ona gelen insanların problemlerinin çözülmesi için dualar ettiğini, reçeteler yazdığını ve çoğunun da problemlerinden kurtulduğunu anlattı. Bazı şartları vardı doğal olarak. Başta kişinin kendisinin de iyileşme yönünde çaba göstermesi gerekiyordu. Tabi bunun bir de bedeli olacaktı. Fiyatının dört bin rupiden başladığını ama bu fiyatın problemin derinliğine göre artabileceğini öğrendik. Binlerce dolara ya da avroya mal olabiliyordu hizmetleri. Aldığı paraların kendisinin yönettiği hayır işlerinde kullanıldığını her cümlesinin sonuna eklemeyi de ihmal etmedi. Ne kadar da uygun diye düşündüm. Bizden para koparamayacağını anlayınca yeni gelen Japon ziyaretçisine yöneltti tüm ilgisini. Biz de teşekkür ederek kutsal Baba'nın huzurlarından ayrıldık.

Ganga'nın kıyısında yaptığımız son sabah yürüyüşünde Manikarnika Ghat'ına kadar gittik. Ölülerin odun ateşinde yakıldığı bu kutsal ghat nehir kıyısının en ucunda bulunuyor. Ghat'ın görevlilerinden biri bizi görüp içeri buyur etti. Fotoğraf çekmek kesinlike yasaktı. O sırada bir ölüyü yakıyorlardı. Ateşe o kadar yakındık ki yanan insan vücudunu görebiliyorduk. Herkesin ilk aklına gelen soru nasıl koktuğu oluyor. İnsan Varanasi'de öylesine garip ve bilinmedik kokulara maruz kalıyor ki yanan insan etinin kokusunu ayırt etmek, en azından benim için mümkün olmadı. Etrafımızda sadece kül ve duman vardı bizi saran. Ateşi çevreleyen izbe ve virane görünüşlü binalarda Varanasi'ye ölmek için gelen kimsesiz insanlar yaşıyormuş. Devlet onlardan her hangi bir ödeme talep etmiyormuş. Görevli bu insanlara ölene kadar göz kulak olduğunu anlattı. Öylesine at hırsızı ve soyguncu görünüşlü bir adamdı ki o insanlara nasıl muamele ettiğini hayal etmek bile istemedim. Biz oradan kaçarak uzaklaşırken arkamızdan hala para dileniyordu. Yine de oldukça ilginç bir deneyim olduğunu itiraf etmeliyim. Yakılan cesetlerin küllerinin Ganga'ya döküldüğünü söylememe bile gerek yok sanıyorum.

Japon Budhist Manastırı, Sarnath

Kız kardeşimin ısrarları ve Varanasi'de karşılaştığımız değişik manzaralar nedeni ile bu şehirdeki kalışımızı birgün kısaltarak Taj Mahal'i de görmek için Agra'ya gitme planı yaptık. Hindistan'a gidip de Taj'ı görmeden dönmek olur mu hiç? Bence bir mahsuru yoktu. Ama karşı çıkmadım.

13 Haziran 2011

Bali 4

Büyük Kutsal Dağ Beni Yendi !
Gunung Agung’a Tırmanış

Bali volkanik bir ada. Dolayısı ile hala aktif yanardağları var. Bunlardan en yükseği Agung dağı en son 1963 de patlamış ve adanın halkına çok büyük zarar vermiş. Dağ, aynı zamanda kutsal sayılıyor. Bali’nin ana tapınağı Besakih de bu dağın eteklerinde bulunuyor.

Agung’a tırmanmak yine yapılacaklar listemin en üst sıralarında yer alıyordu ve ben bu konuda çok heyecanlıydım. Dağa iki noktadan tırmanılıyor. En uzun tırmanış Besakih’ten başlayıp yaklaşık altı saat süreni. Diğeri de Pura Agung tapınağından başlıyor ve aşağı yukarı üç ile dört saat arasında sürüyor yürüme hızına göre. Gitmeden önce internette araştırma yaparken pek çok tur şirketine elektronik posta göndermiştim. Çoğu, bunlar arasında Surisna da vardı, tek kişilik tırmanış düzenlemediklerini, minimum iki kişi olunması gerektiğini söyledi. Çok kızmıştım. Tek başına seyahat eden biri dağa tırmanamayacak mıydı yani? İki kişilik parayı bastırırsa tırmanabiliyor tabi ki. Bunun da değeri Rp 1.000.000, yani yaklaşık 115 amerikan dolarına denk geliyor. Ben Besakih’ten tırmanmak istiyordum. Daha uzun ve daha zorlu olanını başarmalıydım. Fakat tur şirketi sadece Pura Agung’tan yürüyüş düzenlediğini söyleyince biraz hayalkırıklığına uğramakla birlikte kabul ettim. Pek fazla seçeneğim yoktu zaten. Zira Wayan dışında başka kimse bana olumlu dönmemişti.
Bulutların üzerinde güneş doğarken
Bu tırmanışı yapmaya karar verdiğimde ne düşünüyordum acaba? Büyük ihtimalle ‘’kırda bir gezinti olacak ve dört saat yürüyüp döneceğim, çocuk oyuncağı’’ demiş olmalıyım kendime. Aksi taktirde böyle bir işe kalkışmazdım.

Agung dağına günün doğuşunu seyretmek için çıkılıyor. Bu yüzden de yürüyüş sabaha karşı saat 2 de başlıyor. Yani zifiri karanlıkta. Wayan beni Ubud’tan gece yarısı alacağını söylemişti. Hava kararıp da kendimi gecenin bir yarısı hiç tanımadığım bir adamı ıssız Ubud sokaklarında beklerken bulduğumda, birden kafama dank etti. Bali’de kendimi ilk defa güvensiz hissettim. Bu adam beni alıp dağın başına götürecekti. Başıma ne gelebileceğini hayal bile edemiyordum. Bir an paniğe kapılıp ‘’acaba tırmanıştan vazgeçsem mi?’’ diye düşünmeye başladım. Fakat birkaç dakika içinde önümde bir araba durdu ve karanlıktan bir ses ismimi söyledi. Mecburen arabaya doğru yürüdüm. Wayan hiç de korktuğum gibi bir insan çıkmadı. Sevimli, genç bir adamdı. Yolda bol bol sohbet ettik.
Gunung Agung
Sabah çok erken saatler olduğu için hava oldukça soğuktu. Bense dağ tırmanışına hiç de uygun olmadığımı ince kot ceketimle kendimi titrerken bulduğumda fark ettim. Neyse ki Wayan imdadıma yetişerek üzerindeki fazla sweatshirt ü bana verdi. Ubud’tan Pura Agung’a yol yaklaşık bir saat sürmüştü. Yolda, o bölgede oturan yürüyüş rehberimi de aldıktan sonra Pura Agung tapınağına vardık. Bölgenin korucularından başka kimse yoktu etrafta. Yani dört tanımadığım adamla, bir dağın başında, sabaha karşı, tek kadındım. Hala biraz ürkek diğer turistlerin tırmanış noktasına varmalarını beklemeye başladım. Anlaşılan o ki benim dışımda başka şaşkınlar da varmış. Neyse ki avrupalı bir çift beş dakika içinde vardı da ben de derin bir nefes alıp sakinleşebildim.

Pura Agung
Dağdan önce Pura Agung’un 360 basamağını tırmanmak gerekiyordu. Merdiven çıkmanın beni öldürebileceğini hiç düşünmemiştim daha önce. Basamakların daha yarısına gelmemiştik ki nefesime yetişmekte zorlanıyordum. Diş etlerim sanki çenemden dökülecekmişcesine ağrıyorlardı. Sık sık durup soluklanmak zorunda kaldığımı fark eden rehberim Wayan, evet yürüyüş rehberimin de adı Wayan’dı, acele etmemem gerektiğini, dinlenebileceğimizi söyledi. Hazır dinlenirken Bali’deki isimler konusunda da ufak bir bilgi vermek istiyorum. Şimdiye kadar yeri gelmemişti.

Bali’de kime ismini sorsanız ya Wayan’dır ya da Made’dir. Bu isimler ailedeki kaçıncı çocuk olduklarını gösteriyor. İlk çocuklara Wayan, ikinciye Made, üçüncüye Nyoman ve dördüncüye de Ketut ismini veriyorlar. Eğer beşinci çocuk olursa, tüm isim sıralaması tekrar Wayan’dan başlıyor. Bu lakapların ardında hepsinin kendine ait farklı isimleri var. Mesela ‘’Made Surisna’’ gibi. Yani Surisna, ailesinin ikinci çocuğuymuş. Artık Nyoman ve Ketut fazla bulunmuyormuş. Çünkü devlet, ailelerin sadece iki çocuk yapmalarını destekliyormuş. Bu durumda, Julia Roberts ın oynadığı ‘’ye, dua et, sev’’ filmindeki meşhur Ketut, ailenin dördüncü çocuğu oluyor. Ve gerçekten de Bali’de yaşıyormuş. Samantha, Essex’li fil parkı arkadaşımın söylediğine göre şimdilerde günde yüzlerce turiste filmdeki aynı yazmaları verip, okuyup üflüyormuş. Hollywood’un kutsal gücü.

Agung dağının deniz seviyesinden yüksekliği 3100 metre. Biz yürümeye 1200 metreden başladık. Fakat rehberime göre gerçekte yürüyeceğimiz yol 4,5 kilometreymiş yukarıya kadar. Tapınağın merdivenlerinden sonra toprak bir patikadan tırmanmayı sürdürdük.Yürüdükçe terlemeye başlamıştım. Her beş dakikada bir durup soluklanmam gerekiyordu hala. Yürüdüğümüz patikanın ormanlık olduğunu biliyordum. Ama hem zifiri karanlık olduğu için, hem de tüm dikkatimi nefes alıp vermeye odakladığımdan çevremi görmem pek mümkün değildi. Rehberimin ‘’ilk defa mı böyle bir tırmanış yapıyorsun?’’ sorusuna utanarak ‘’evet’’ demek zorunda kaldım. Zorlu bir tırmanış olacağı konusunda beni kimse uyarmamıştı. Bu tırmanış için açıkça uygun değildim. Ama rehberim çok anlayışlı ve sakin bir çocuktu. Wayan 24 yaşında, dağlarda zor şartlarda yaşayan, birgün bir yolcu gemisinde çalışmaya başlayıp, uzaklara gitme hayalleri kuran genç bir adamdı. Cep telefonunda bir kızla resmi olduğunu gördüğümde bana evlenmek istemediğini, önce dünyayı görmek istediğini söyledi. Dağlarda hayal kurmak başka güzel olmalı. Çünkü etraf öylesine sakin, hava neredeyse saflık derecesinde temiz ve netti ki, insanın hayallerinin de şeffaf olması gerek diye düşündüm burada.
Kamp ateşi ve sıcak su termosu... Çaaaayyy!!!
Wayan bana yolun yarısından sonra volkanik kaya tırmanışının başlayacağını söylediğinde en tepeye kadar çıkamayacağımı biliyordum. Yaklaşık iki kilometre tırmandıktan sonra bu çıkışın inişinin de olacağını hesaba katıp ona durmak istediğimi söyledim. Çok doğru bir karar verdiğimi söyleyip, gülerek ekledi.
‘’Burada iki şey dışında herşeyi isteyebilirsin. Eğer aşağıya inemiyorum burada kalacağım dersen sana yardımcı olamam, inmek zorundasın. Bir de seni aşağıya taşımam.’’ Bu durumda her ne olursa olsun kendi bacaklarımı kullanarak aşağıya inmem gerekiyordu. Hava hala karanlık olduğu için inişe geçmemiz mümkün değildi. Güneşin doğuşunu bekleyecektik. Sırtım terden ıslak olduğu için artık üşümeye başlamıştım. Wayan hemen bir ateş yaktı. Kendimizi alevlerin yakınına konumlandırıp ısınmaya çalıştık. Sırt çantasından bir termos çıkarıp bana ‘’çay içmek ister misin?’’ diye sorduğunda neredeyse boynuna atlayıp onu öpecektim. Bali’nin en yüksek ve en kutsal dağının bir yerlerinde bulutların üzerindeydim ve kamp ateşi başında, yıldızların altında çayımı yudumlarken, güneşin doğuşunu seyredecektim. Daha ne isteyebilirdim ki? Belki biraz daha ateş... Tabi çayımı evimin salonunda yudumluyormuşum gibi konforlu değildi Agung dağının sırtları. Yine de sevimli rehberimin sohbeti ile soğuğu daha az hisseder olmuştum.

Wayan ve ben
Bir ara Wayan, uzanıp gözlerini kapadı. Yıldızların altında uyumaya ne denli alışık olduğu hemen anlaşılıyordu. Benimse bu kadar üşürken uyumam mümkün değildi. Sessizlikte güneşin doğuşunu beklemeye başladım. Bulutlar önce hafiften pembeleşti. Gökyüzü aydınlanıyordu. Bununla birlikte sanki çalar saatleri varmış gibi kuşlar da uyanmış, şakımaya başlamışlardı. Önce tek tük şarkılar, sonra ard arda gelen aryalar. Güneşin ilk ışıklarına kadar sessiz olan dağ, şimdi bir senfoni orkestrasına dönüşmüştü. Kampı terk etme zamanı gelmişti. Wayan ateşi söndürdü ve neşe içinde inişimize başladık.


Agung'dan aşağı inerken
Leicamı kullanmaktan oldukça keyif aldığı belliydi. Zira her adımda fotoğrafımı çekiyordu. İniş, çıkış kadar zorlu olmasa da dikkat istiyordu. İki saat süren çıkışa karşılık iniş yaklaşık birbuçuk saat sürmüştü. Tapınağın merdivenlerini inerken yorgunluktan artık dizlerim titriyordu. Şoförüm, diğer Wayan, beni yürüyüşe başladığımız yerde bekliyordu. Ona Bali’nin ana tapınağı Besakih’i de görmek istediğimi söyledim. Saat sabah sekiz olmuştu. Taze, pırıl pırıl birgün beni bekliyordu. O güne, bir hindu tapınakğında kutsanarak başlamayı hayal etmemiştim. Ama benim de şaşkınlığıma, Besakih gardiyanlarından biri tarafından kutsanıp, hindu tanrısına nasıl dua edileceğini öğrendim.
Besakih Bali’nin en önemli tapınağı. Yerli halk burada dua edip, tanrıya adaklar sunuyor. Ben sabahın erken saatlerinde orada olduğum için ne yerli halk, ne de turist vardı. Normalde gün içinde bu tapınak turist dolu olduğudan, dua edilen yerlere girilmesi yasakmış.

Besakih
Besakih’te dikkat edilmesi gereken en önemli konu kapıda peşinize takılacak rehberler. Onlara yüz vermemekte fayda var. Çünkü tapınağı tek başınıza da gezebilirsiniz. Eğer benim gibi çok erken saatlerde orada olabilirseniz, rahiplik eğitimi alan bir gardiyana denk gelip ondan hindu dini ile ilgili bilgi almanız da mümkün. Benim gardiyanım aynı zamanda fotoğrafçı çıktı. Beni tapınağın her köşesine götürmekle kalmayıp, en panoramik noktalarda pozlar verdirip fotoğraflarımı da çekti.


Öylesine yorgundum ki, çok fazla gezecek halim kalmadığını ona söylediğimde beni tanrı üçlemesi ‘’trinity’’nin önüne oturtup ‘’seni şimdi kutsal su ile kutsayacağım ve tüm yorgunluğun geçecek.’’ dedi. İkimiz de ‘’trinity’’nin önünde bağdaş kurup oturduk. Tanrı adakları, ufak sepetler içinde çiçeklerden oluşuyor. Sepetleri önümüze koydu. Önce yaratıcı tanrı Brahma için turuncu çiçeklerden bir tutam alıp orta parmaklarımız arasında tutarak dua ettik. Ardından yıkım tanrısı Shiva için pembe çiçekleri kullanarak aynı şeyi yaptık. Son olarak da yeşil otlarla tanrı Vişnuya dua ettik. Bu dualar bittikten sonra kutsal suyu üç kez başıma serpti. Sonra üç kez bu sudan içtim ve yine üç kez aynı su ile yüzümü yıkadım. Agung dağından gelen kaynak suları bir havuzda toplanarak tapınakta kutsal törenler için kullanılıyor. Son olarak da iki kaşımın arasına pirinç taneleri yapıştırdı. Bu da bereket ve şans içinmiş. Bu seramoniden çok keyif almıştım. Herhangi bir dine mensup olmamayı seçmeme rağmen hinduism ilgimi çekiyordu. Dünya üzerindeki en eski organize din olması yanında, çok açık bir dünya görüşüne sahip, inananlarının seçtiği bir hayat biçimiydi. Diğer büyük dinler gibi kurallar dikte etmeyen, insanları zorlamayan, fakat uyum ve denge sunan bir doktorine sahipti. En azından gördüğüm kadarı ile. Hindistan’a gitmeden önce bu dinle ilgili daha çok şey öğrenmem gerektiğini düşündüğümden Amazon’dan bir kitap satın aldım geçenlerde.


Besakih, Trinity

Bali seyahatim farklı kültürleri öğrenmeye, farklı mutfakları denemeye ve dünya insanları ile tanışmaya ne kadar aç olduğumu bir kez daha gösterdi bana. Hem de şimdiye kadar farkında olmadığım bir ihtirasla...