10 Ocak 2011

Durağan Hayat ve Fotoğraf


Hayatlarımız hızlandı. Teknoloji alıp başını gittikçe hızımız daha da artıyor. İstediğimiz bilgiye saniyeler içinde telefonlarımızdan, bilgisayarlarımızdan ulaşabiliyoruz. Bir an televizyon geldi aklıma. Ama artık televizyon diğer haberleşme araçları yanında neredeyse yavaş kalıyor.
Tanışmalar, ayrılmalar, tartışmalar, kutlamalar ve aslında tüm beklentiler teknolojiye yüklenmiş görünüyor hayatlarımızda. Daha ne kadar hızlanabiliriz merak ediyorum.

Yolculuklar da hızlı. Bir gidiyorsun, sonra farkına varmadan dönmüşsün bile. Hem de dijital fotograf makinanda binlerce fotoğrafla. O da hızlı artık. Adı üstünde dijital. Fotoğrafların hangi gün, hangi saat ya da anda çekildikleri kayıtlı makinanda. Hiçbir detayı akılda tutmaya bile gerek yok. Çabuktur hayat fotoğraf dünyasında da. Mekanlar gözünün önünden film şeridi gibi geçerken, bilirsin ki aslında fazlaca zaman harcanmamıştır anlarda, zaten zaman da yoktur ki bir sonraki poza geçene kadar.

İşte son yolculuklarımda böyle hissetmeye başladım çokça. Neden bu denli hızlandım diye düşünüyorum fotoğraf çekerken. İçimde bir huzursuzluk var. Çoğu zaman makinenin ayarlarını bile değiştirmeye üşeniyorum. Hangi f değerinde kaldıysa orada takılı devam ediyorum, bir sonraki manzara, ondan sonraki heykel, ev, kaya, belki bir insan yüzü ya da hayvan silueti. Evet bazen çekilen objeler de hızlı olabiliyorlar. Fazla zaman kalmıyor pozisyon almaya, makinenin ayarları ile oynamaya. Bam, aklımdaki resim kaçıvermiş ben deklanşöre basana kadar. Sonra nefessiz kalıyorum ve yetersizlik hissi ile dolaşıyorum geri kalan günde, çektiğim fotoğrafların ne kadar da sıradan olduğunu düşünerek. Bir yavaşlayabilsem, istediğim zamana sahip olsam, işte o zaman fotoğraflarım da mükemmel olacak düşüncesi ile ertesi günü bekliyorum. Derken görülecek tüm yerler görülmüş, onlarca fotoğraf çekilmiş, ama aklım çekilememiş olanlara takılı, evimde bilgisayarımın başındayım.

Bu sefer farklı bir şey denemek istedim. Yolculuksuz bir fotoğraf deneyimi. Acelesiz bir gözle vizörden bakıp, derin bir nefes aldıktan sonra deklanşöre basmanın nasıl bir duygu olduğunu merak ettim. Fotoğrafını çektiğim objelerin tamamen benim kontrolümde olduğu bir mekanı yaratmanın keyfini çıkaracaktım bu sefer. Onlar istediğim sürece, istediğim şekilde kalacaklardı. Böylelikle durağan hayatı fotoğraflayabilecektim.

Durağan hayat…


Şeyler, öylece duruyorlar bırakıldıkları yerde. Bu da onları fotoğraflamayı kolaylaştırıyor. Önce bu şeylerin ne olduğuna karar vermem gerekiyordu. Bunun için de bir fotoğraf dergisinden esinlendim. Evdeki eski-yeni ıvır zıvırlar oldukça uygun bu iş için. İlk seçimim annemden kalan eski dikiş kutusundaki iplik makaraları oldu. Önceden hazırladığım fona oturttum makaraları. Kimisi birbirinin üzerinde, kimi yan yatmış, iplikler saçılmış düzende yerleştirdim tek tek hepsini. 


Makinemi objelere yaklaştırdım. Resim karesini detaylarla bezemek gerek çarpıcı olabilmesi için. Boş alan kalmamalı, her ayrıntı önemli çünkü. Vizörden gördüğüm resim hoşuma gitti. Deklanşöre bastım. F değerinin 22 olması tercih ediliyormuş durağan hayat fotoğraflarken. Bu da uzun pozlama demek. Yani daha fazla zamana ihtiyaç var. Makinemde gördüğüm değer bazen 15, bazense 30 saniye oluyordu. Deklanşöre basmamla fotoğrafın çekilmesi arasında geçen zaman yani. O zaman zarfında dergimin sayfalarını çevirdim. Benim çektiklerim de burada gördüklerim kadar iyi olacak mıydı acaba? Sonra bir kadehe şarabımı koyup, yudumladım. Makinemin yanına döndüğümde fotoğraf çekilmişti. Objeler hala bıraktığım yerlerinde duruyorlardı. Yeni bir poz için çok fazla değişiklik yapmam gerekmeyecekti. Ufak bir yer değişikliği tüm görüntüyü değiştirmeye yetecekti.

Zaman yavaşlamıştı adeta. Huzursuz hissetmiyordum artık. Tüm sahnenin benim kontrolümde olması içimi sonsuz bir rahatlık duygusu ile kaplıyordu. Fotoğraf çekerken uzun süredir hissetmediğim, şimdilerde yabancı gelen bir duyguydu bu. O an aklıma geldi işte. Bu, fırça ile yağlı boya resim yapmaya benziyordu. Her deklanşöre basışım bir fırça darbesiydi aslında. Her yeni kare bir başka tualdi benim için. Hızlı, çabuk ve kolaydı benim dünyam. Elimdekilerle ne Monet olabilirdim nilüferlerin ustası, ne de Millet’nin papatyaları ile boy ölçüşebilirdim. Ama rönesansa kıyasla kendimi daha hızlı ifade edebilir, bana ait durağan bir dünya yaratabilirdim.

Durağan hayatı fotoğraflamak için gerekenler;
Bir tripod
Sabır
Konuyu belirlemek
Kareyi doldurmak
Objenin ruhunu yakalamak
Objeyi öne çıkaracak bir derinlik kullanmak
Doğru kareyi yakalamak için kendine yeteri kadar zaman tanımak 

Ama en önemlisi yavaşlamak.

1 yorum:

  1. yolculuktan döner dönmez yeniden gitme isteğinin nedeni de budur belki! çekilememiş ama aklımızda kalan o fotoğraflara ulaşmak ya da hayatın bu hızında hem en iyi kareyi yakalamaya çalışıp, hem de dünyanın bambaşka bir köşesinde olduğunun bilincinde, o an ve yerin keyfine varmaya çalışarak, 2sini de hakkıyla yapamadan, içindeki eksik, zamansız duyguyla geri dönmek. ve yeniden gitmek istemek.
    çok güzel anlatmışsın, kalemine sağlık.
    sen hayatı durağan objelerin fotoğraflarıyla yavaşlatmışsın bir süreliğine, çok güzel fotoğraflar! bense bir yolculuğa fotoğraf makinam olmadan gitmek istiyorum ne zamandır, sadece orada olup, fotoğraf çekerken kaçırdığımı düşündüğüm o anları yaşamaya.
    db

    YanıtlaSil