5 Haziran 2011

Bali 1

Zaman bir çırpıda geçip gidiyor. İş yazmaya gelince tüm anları kelimelere dökmek o kadar da kolay değil. İstiyorum, çoğu zaman gördüğüm herşeyi, tanıştığım tüm insanları en ince detayına kadar anlatabileyim. Fakat mümkün olmuyor. Bu yüzden çoğunlukla nereden başlayacağıma karar vermekte zorlanıyorum.

Bali, bu kadar uzak bir zaman dilimine, tek başıma yaptığım ilk seyahatti. İstanbul’un beş saat ilerisinde yaşadığım oniki gece ve onüç gün bana çok farklı duygular tattırdı. Mutluluk, şaşkınlık, huzur, yorgunluk ve hatta hayalkırıklığı. Öylesine dolu geçen bir yolculuk oldu ki, şu an bilgisayarımın başında oturmuş bu cümleleri yazarken kendimle ilgili keşfetmediğim daha ne kadar çok şey olabileceğini merak ediyorum. Tek başına yola çıkmaya karar verdiğinde insan, kendi ile ilgili yapacağı pek çok keşfe de açık olmalı kanımca.

Tek başıma değildim aslında. Dışarıda öylesine farklı hayatlar var ki, şahit oldukça insan yalnız olmadığını anlıyor. Hatta seçebileceğim daha sonsuz sayıda hayat alternatifinin olabileceğini görünce, bulunduğum noktanın zaman zaman neden yeterli hissettirmediğini de daha iyi anlıyorum. Her ne kadar geniş ya da her ne kadar kısıtlı olduğunu düşünsek de, kendi hayatlarımız dışında yaşanan başka hayatlar olduğunu bilmek iyi geliyor.

Bu yolculuğum sırasında iki şey fark ettim. Kumsalda tanıştığım bir sörfçü şöyle demişti: ‘’Başladığın noktaya geri dönüp hayatınla ilgili bir çıkarım yapmazsan, ne kadar yol aldığını bilemezsin.’’ Yılının yedi sekiz ayını ülkesinden uzak, seyahat ederek geçiren bir insan, yine de başladığı noktaya geri dönmek istiyordu. Ben de mi bu yüzden hep, daha kısa süreli ayrılıklar da olsa, başladığım noktaya geri dönmeyi seçiyordum. Her seyahatin sonunda ne denli değiştiğimi, ne kadar yol aldığımı görmenin tek yolu gerçekten de geri mi dönmekti?

İnsan yalnız seyahat edince çok daha fazla şey öğreniyor. Daha fazla insanla tanışıp, alabildiğince dışa dönük olma şansı elde ediyor. Bali yolculuğunu yapma amacım biraz olsun bulunduğum ortamdan kaçmaktı. Yalnız yapmak istedim çünkü böylece kafamın estiği gibi, kimseye, hiçbir şarta bağımlı olmadan özgürce hareket edebilecektim. Ve öyle de oldu. Herşey planladığım gibi, hatta planladığımın da ötesinde mükemmel gitti.

Bali’nin Denpasar Havaalanına indiğimde saat öğlen onikiydi. Sıcak olduğunu tahmin ediyordum. Ama rutubet tahminlerimin çok üstündeydi. Taksi durağını buldum. ‘’Kuta’ya gideceğim’’ deyince Rp 55.000 ödedim. Bu da altı ile yedi Amerikan doları arası bir miktar. Ama sonradan fark ettim ki aslında otelim Legian bölgesinde. Yine de çok fark etmezdi. Çünkü Legian ile Kuta arası araba ile sadece üç dakika sürüyor. Aynı küçük cadde üzerinde arka arkaya sıralanmış semtler. Kuta, daha çok sırt çantalı ucuzcu turistlerin mekanıymış. Avustralyalı sörfçüler burada bütün gün dalga sörfü yapıyorlar. Legian’ı aileler tercih edermiş. Daha sonra Seminyak geliyor. Burası daha kalbur üstü ve şık bir semt. Önceden bilseydim Seminyak’ta kalmayı tercih ederdim sanıyorum. Bir sonraki semt de Kerobokan. Böylece batı sahilinden yukarı doğru gidiliyor. Tanah Lot tapınağı da bu sahil üzerinde. Deniz ile karanın birleştiği noktada onbeşinci yüzyıllarda kurulmuş bir hindu tapınağı burası. Özellikle güneşin batışını seyretmek için gidiliyor. Bali’nin en önemli turist uğrak yerlerinden biri olduğu için binlerce insanla birlikte bu tecrübeyi yaşamak ruhani bir huzura el vermiyor ne yazık ki. İçeri girmek için upuzun bir sırayı göze almak gerekiyor. İçeri girmenin çok önemli olmadığını düşündüğüm için, tapınağı gören uzak bir köşeye gidip güneşin batışını bir kayanın üzerine oturup izledim. Gökyüzü bulutlu olduğu için güneş kızaramadan yok oldu. Yüzlerce insan güneşin batması ile tapınağı terk etmeye başladı . Bali’nin yolları çok dar ve araba sayısı da fazla olduğundan dönüş yolundaki trafik sinir bozucuydu. Aslında Bali’de trafik genel bir problem. Kamyon ve araba trafiği yanında motorsiklet trafiği almış başını gitmiş. Her an trafik ışıklarında bekleyen motorsiklet orduları ile karşılaşmak mümkün. Dönene kadar bu manzarayı her gördüğümde şaşkınlıkla bakakaldım Bali’nin vızıltılı ordularına. Trafik kuralı yok. Her yerden bir araç çıkıyor. Yine de bu kaosun içinde bir düzen kurmuş götürüyorlar kendilerince.


Kuta Beach

Seminyak, Legian ve Kuta arasında motorsiklet taksilere binmek en akıllıca seçim. Çünkü arabanın gitmeyen trafikte ilerlemesi mümkün değil. Ojek dedikleri motorsiklet taksiler, hem havadar hem de çok keyifli. Bir Balili şoförün her arkasına bindiğimde kelle koltukta gitme hissinin yanında çok da eğlendiğimi itiraf etmeliyim. Bu kısa yolculuklara en fazla Rp 15.000 vermek gerekiyor. Her iki adımda, biri teklifte bulunduğu için pazarlık yapmak da çok kolay. Legian’dan Kuta Beach’e ilk gün Rp 20.000 verip kazıklandıktan sonra, Rp 9000 e bile kendimi sahile bıraktırdığım oldu. Endonezya’da benzin çok ucuz zaten. Bazen gerçekten sudan bile ucuz denebilir.

İlk gün hiçbir planım yoktu. Meşhur Kuta Beach’i görmek için can atıyordum. Upuzun, göz alabildiğine uzanan kumsalına rağmen yüzmenin pek de keyifli görünmediği bir deniz ile karşılaştım. Sadece sörf yapmaya el veren temiz dalgalar vardı. Tanıştığım Fransız bir sörfçü böyle demişti. Kumsalda yürümeye başlayınca sörf okulları ayaklarınızın altına seriliyor. Hele benim gibi Bali sahillerine yeni vurduğu hemen anlaşılan peynir görünümlü tek başına bir kadın, tüm sörf eğitmenlerinin dikkatini bir anda çekiveriyor. Ben yürüdükçe tek tek yolumu kesmeye, nereden geldiğimi ve adımı sormaya başladılar. Bali’de her zaman ilk sordukları sorular bunlar. Genel olarak iki saatlik sörf eğitimi Rp 200.000. Ben birkaç tanesine geri döneceğime söz verip yürüyüşüme devam ettim. Gerçekten de o anda aklımda sörf yapmayı denemek vardı. Fakat daha sonra hiç o noktaya gelemedim ne yazık ki. Kendim için hazırlamış olduğum yoğun program beni o kadar yordu ki, Kuta’daki son iki günümü masaj yaptırıp, cafelerde kitap okuyarak geçirdim.

Yolculuğa çıkmadan önce yaptığım programda üç gün için şoförlü bir araba kiralamıştım. İnternetten bulduğum bu kişi ile varışımın ikinci günü adanın doğusuna yolculuk yapmayı planlamıştım. Ama onu sadece elektronik posta vasıtası ile tanıyordum. Aldığım lokal cep telefonu numarasından ona mesaj gönderip geleceğini garanti etmiş olmama rağmen, onu otelimin kapısında görene kadar gelip gelmeyeceği konusunda şüphelerim vardı.


Surisna ve ben

Made Surisna olmasaydı adada bu kadar çok yeri, bu denli keyifli gezemezdim. Bana ilk sorduğu soru ‘’öne mi, arkaya mı oturmak istersin?’’ oldu. İlk izlenim her zaman çok önemlidir. Günümün neredeyse tamamını onunla geçireceğim için aramıza mesafe koymak istemedim ve öne oturdum. Bu davranışım onu da mutlu etmişti. Böylelikle yolda bol bol sohbet etme fırsatı da bulduk üç gün boyunca.

Adanın doğusunda bazı sahil kasabaları dışında kültürel olarak görülebilecek birkaç yer var. Klungkung ile başladık. Burası Hollandalıların istilası sırasında yerle bir edilen bir sarayın bahçesi. Sakin, güzel düzenlenmiş nilüfer havuzu olan bir bahçe. Bali’de lotus ve nilüfer çiçekleri her yerden fışkırıyor. Uzun bir aradan sonra ilk defa fotoğraf makinemi elime aldığımda kendimi yeniden bir acemi gibi hissettim. Birkaç dakika tökezledim. Sonra kendimden emin olmadığım fotoğraflar çekmeye başladım. Gerekli ayarların ne olduğunu aşağı yukarı biliyordum. Gerisini makineye bıraktım. Başlangıçtaki tutukluğum bir sonraki durağımız olan yarasa mağarasında geçmeye başlamıştı.

Goa Lawah

Bali’de tapınaklara sarongsuz girilmiyor. Tıpkı camilere baş örtüsüz girilmediği gibi. Her tapınağın kapısında hemen belinize bir örtü bağlayıveriyorlar. Her defasında farklı renkler ve desenler. Daha ikinci günüm olduğu için kendime bir sarong alacak fırsatım olmamıştı. Seyahat kitabımda en iyi sarongların Tenganan Bali Aga köyünden alınabileceği yazdığından oraya kadar beklemeyi tercih etmiştim.

Yolda Surisna’ya hindu olup olmadığını sorduğumda bana ‘’ yüzde bin hinduyum’’ demişti. İnançlarına bu denli sıkı sıkıya bağlı olan insanlara imreniyorum. Daha mutlu ve tatmin görünüyorlar. Surisna’nın da yüzünde hiç solmayan bir gülümseme vardı. İşini yapıyordu. İnancına sahipti. Akşam da evine ailesine gidiyordu. Sanki başka hiçbir şeye ihtiyacı yok gibiydi.  

Goa Lawah binlerce yarasanın yuvası. Balili hindular için burası kutsal sayılıyor. Mağaranın girişine bir sunak koymuşlar ve burada dua ediyorlar. İnanışlarına göre aslında yarasalara tapmıyorlar. İlk bakışta öyle olduğu düşünülebilir. Fakat hindu dininde sadece bir tanrı ve pek çok adı var. Yaratıcı tanrıları Brahma. Onlar için kutsal enerjisi olan objeler ya da yerler var. Buralarda tanrıya dua edip adaklar sunuyorlar. Kutsal enerjisi olduğunu düşündükleri objeleri, bunlar heykeller, büyük banyan ağaçları ve daha pek çok şey olabilir, siyah-beyaz kareli bir kumaşla çepeçevre sarıyorlar. Siyah ve beyaz, yin ve yang gibi iyi ve kötüyü, aydınlık ve karanlığı aslında zıt anlamların birbiri ile dengesini temsil ediyor. Hindu dininde de dualizme inanılıyor.

Yarasa mağarasından sonra ben Tenganan Bali Aga köyüne gideceğimizi düşünürken, Surisna Candi Dasa’da durup birşeyler yemimizin iyi olacağını söyledi. Çünkü köyde yemek yenecek bir yer yokmuş. Öğlen olmuştu bile. Deniz kenarında bir restaurantta durduk. Çok güzel küçük bir kumsalı ve turkuaz rengi denizi olan bir koydu burası. Uzaktan bir kadın sesi duydum.
‘’Masaj masaj..’’


Durianın kabuğundan su içerken
Bali’deki ikinci günümdü ve şimdiye kadar masaj yaptırmamıştım. Surisna’ya baktım. O, yol boyunca vermiş olduğum hiçbir anlık karara karşı çıkmamıştı. Hatta yolda durup meyve alalım dediğimde neşe içinde bir tezgahın önünde durup isimlerini bile bilmediğim pek çok meyveyi bana tanıtmış, kabuklarının nasıl soyulacağını, nasıl yenmesi gerektiğini tek tek anlatmıştı. Özellikle sıra durian denemeye geldiğinde çok eğlenmişti Benim durian konusundaki cahilliğim onu neşelendirmişti nedense. Sonradan öğrendim ki durianın pis kokusundan dolayı Singapur’a sokulması yasakmış. Hatta bazı otellerin rezervasyon şartlarında bile durianın odalara sokulmasının yasak olduğu belirtiliyor. Yerken öyle rahatsız edici bir kokusu yoktu. Ama söylediklerine göre sonradan çok kötü kokuyormuş. Koca meyveyi tezgahın başında afiyetle yedik. Daha sonra Surisna kabuğuna su doldurup bana uzattı. Eğer kabuğundan su içersen herhangi bir koku olmazmış. Ben de söylediğini yaptım. Ellerim kokmasın diye yine kabuğun içinde parmaklarımın uçlarını da yıkadım. Tüm gün boyunca da hiçbir kötü koku hissetmedim.


İlk masajım, Candi Dasa

Kadın şimdi el kol hareketleri ile beni yanına çağırıyordu.
‘’Masaj masaj…’’
Bu arada ben de garsona kahve siparişimi vermiş kadına ‘’sen buraya gel’’ işareti yapıyordum. Masada oturup kahvemi yudumlarken masaj yaptırabilirdim. Burası Bali’ydi sonuçta. Fakat henüz kadının muhteşem teklifinden habersizdim. Surisna ile konuştular. Görünüşe göre restaurantın sahibi masada masaj yapılmasından hoşlanmıyormuş. Nerede masaj yapılacak diye bakınırken okyanusa doğru uzanan iskeleyi ve ucundaki tahtırevan misali platformu fark ettim. Kadın çoktan gitmiş ve hazırlık yapmaya başlamıştı. Kahvem de oraya servis edilecekti. Ayak masajı yaptıracağımı söylediğimde Surisna ‘’ayak masajı sadece yarım saat sürer’’ deyip beni günün geri kalan programı konusunda uyardı. Denizden gelen hafif esinti eşliğinde iskeleye doğru yürüdüm. Masajın fiyatı konusunda pazarlık yaptık önce. Rp 30.000 de anlaşmıştık. Uzandım. Tüm gün vücudumda hissettiğim nemin ağırlığı bir anda yok olup gitmişti. Sanki ağırlıksızdım. Okyanusun ortasında ilk masajımı yaptırdım.       

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder