24 Aralık 2010

Defterler ve Yolculuk Halleri

Küçüklüğümden beri severim yazmayı. Bu yüzden hep defterlerim olmuştur. Şiirler yazdığım, anılarımı karaladığım, sevgili günlük diye başladığım defterler. Renkli, daha çok pembe tonları hakim, üzerinde kalpler olan, çiçekler böcekler uçuşan defterlerim. Çocukluğumda tuttuklarımın çoğu kayıp. Şimdilerde daha iyi saklıyorum onları. Bir tarih yazıyor. Kendi tarihim içlerinde saklı.

Her çocuk, yazar büyürken. İçinde gizlediği dünyayı defterlere anlatmak, anneye babaya anlatmaktan daha kolaydır. Yargılanma korkusu duymadan paylaşabilmektir tek istediği. Hissettiklerinin farklı olduğunu düşünür. Yalnızdır bu dünyada. Böylece defterlere döner hep.

Defterlerim bu anlamda çok değerliydi benim için. Hala da öyleler. Yalnız olduğumu, tek olduğumu düşünmüyorum. Sadece bir tane olduğumu biliyorum. Herkes gibi hissediyorum, gülüp - ağlıyorum, yalnızlıklarımı yaşayıp, zaman zaman paylaşıyorum. Hayat bu, çok normal deyip geçebiliyorum. Bu döngüde defterler yine en yakın dostum olmaya devam ediyorlar.

Bir rutinim var kendime engel olamadığım, es geçemediğim. İş için sıkça Almanya’da bulunmam gerekiyor. Her dönüş yolculuğumda, Düsseldorf havaalanında aynı rituel yaşanıyor. Bir adet teNeues defter almadan evime dönemiyorum. Birkaç hafta önce yaptığım seyahatimden dönerken de eflatun-mavi kaplı bir deftere takıldı gözüm. Üstelik giriş sayfasını da ekoseli yapmışlar aynı tonlardan.
Yine aynı kitapçı, yine aynı mücadele kendimle, alıp almamak arasında. Tabi ki yenik düştüm ve eflatun-mavi defteri alıp çıktım kitapçıdan. Uçakta naylonunu yırtıp paha biçilmez sayfalarına dokundum. Birşey yazmaya kıyamadım içine ilk an. Öylesine zarif duruyordu ki. Bir de yanımda, hala kullanmakta olduğum eski defterim hüzünlü gözlerle yeni defterimle aramdaki aşkı izlemekteydi. Ona da ilgi göstermem gerekiyordu. Mayıs ayından beri beraberdik ne de olsa. Aradan koskoca yedi ay geçmişti.
Yenisini çantama koydum. Eski defterimi açıp yazmaya koyuldum.

Kendimle hesaplaşmalarım bitmiyor. Bu sefer kafamda dönüp duran yolculuk hallerimdi.
Dert ortağım da her zamanki gibi defterim.
Her uçak yolculuğu öncesi özellikle iş içinse gergin olurum. Nedenini tam olarak bilmiyorum. Sanırım onlarca iş arkadaşımla birlikte olup sohbet etme fikri beni daha yolculuk başlamadan yoruyor.
Yola koyulduğumda da bir suratsızlık hakimdir tüm bedenime. Nedense içimden tebessüm etmek bile gelmez. Hele havaalanlarında rastgele birileri ile sohbet etme fikri çok korkutucudur. Etrafıma görünmez bir koruyucu kalkan kuşanıp, alandaki tüm güvenlik noktalarından geçtikten sonra, kuytu bir köşede okumaya dalarım.

''Mümkünse kimse rahatsız etmesin beni''.

Kazara biri birşey soracak olsa, surat ifademden korkup iki adım geri atabilir.
Hani filmlerde görürüz, ya da yakın arkadaşlarımız zaman zaman anlatırlar, ''Çok hoş bir adamın / kadının yanına oturdum uçakta. Yol boyunca sohbet ettik. Hatta telefon numaralarımızı bile verdik birbirimize.’’ diye. Belki sizin de başınıza gelmiştir. İşte ben de Almanya dönüş yolculuğumda bunu düşünüyordum. Bu anlatılanlar neden bana olmuyor? Neden ben de yolda hoş bir adam ile tanışamıyorum? Üstüme kuşandığım bu zırhı görmezden gelecek biri çıkamaz mı karşıma? Görünmezliğimi delip beni görünür kılamaz mı?
Galiba bu sadece masallarda oluyor. Kimsenin ne o kadar zamanı, ne de o denli sabrı var bugünlerde. Eh haliyle bunun bana olması da pek mümkün değil.

Kitaplarım, defterlerim ve ben. Sanki aramızda yazılmamış bir anlaşma var gibi. Onlarla arama kimse giremez. Etrafıma olabildiğince kapalı ve uzak yolculuğum devam ediyor.

1 yorum:

  1. kimi düşünerek yazmıştım bilmiyorum ama kendime değildi, sanaymış kısmet:
    etrafındaki cam fanus mudur onu dokunulmaz kılan,
    yoksa gözündeki perde midir görünülmez sanmasına sebep? :)

    YanıtlaSil