10 Şubat 2011

Gün Işığı

Hayallerden ( Ganj’daki küçük mum )

Gün ışığı sözcüğünün hayatımın bir döneminde önemli yeri olmuştu. Birine ‘’sen gün ışığımsın’’ demeyeli öyle çok zaman geçti ki, bir daha şansım olur mu bilmiyorum. Bu cümleyi bir insan için sarf edebilmek ardında pek çok farklı duyguyu barındırıyor. Duyulan sevginin yanında, hayatla ilgili öyle bir inanca sahipsindir ki o insana dair, tüm yaşam felsefeni değiştirse de, inançlarını alt üst edip seni tamamen farklı bir insan haline getirse de korkmazsın. İşte tam anlamıyla böyle oldu bana da.

Ona ''gün ışığı'' dediğim dönemlerde bunun pek de farkında değildim aslında. Aramızda bir oyundu sadece. Her gün bitiminde, karşılıklı veda ederken söylediğimiz küçük sevimli sözcüklerdi bizi bir sonraki güne taşıyan ve birbirimize olan özlemimizi artıran.

Zaman geçti.

Yıllar da. O bana anlattı, ben ona. Tek istediğim onu anlamaktı aslında. Bazen zorluk çekerdim. O ise hiç üstüme gelmeden anlamam için sabır gösterirdi. Önce fikirler vardı. Üzerinde hiç düşünmediğim, bana yabancı olan fikirler. Okuyup öğrenmem gereken o kadar çok bilgi vardı ki, öğrenmekte geç kalmışlık hissine kapılır ve ona ‘’bunları öğrenmek için neden bu kadar geç kaldım’’ diye sorardım. Endişelenmez ve bana hiç de geç olmadığını söylerdi.

Otuz altı yaşındaydım. Şaire göre hayatımın yarısını geçmiştim bile.

Yıllar gibi, kitaplar da kitapları kovaladı. Öğrenme isteğim sonsuz bir doyumsuzluğa dönüşmüştü adeta. Yazışmalar devam etti. Hep konuştuk. Taa ki birgün konuşmayana kadar.

Değişmiştim. Daha gerçekçi, daha az duygusal, belki daha az inançlıydım. Hiçbir inanca ait olamamanın verdiği güvensizlik duygusu o dönemler içimi kemirse de, ileri doğru çok fazla yol aldığımın farkındaydım. Geldiğim noktada onun inandıkları benim de inandıklarım halini almıştı. Ne bir zorlama, ne bir direniş ya da dikte vardı. Bir uykudan uyandığımı ve artık geri dönemeyeceğimi biliyordum. İnançları değişince hayata bakışı da değişiyor insanın. Sorgulardım bazen onunla, iyi mi oldu, yoksa bu değişim hayatı benim için daha da mı zorlaştırdı diye. Cevabım ise her seferinde bundan daha farklı olmayı istemeyeceğim olurdu. Doğru olduğuna inandığım yolda yürümeme engel olmadı hiçbir zaman.       

Dünyamı aydınlatıp, kendimin, değerlerimin farkına varmamı sağlayan ‘’gün ışığımın’’ hayata bakışı, duruşu gerçekçiydi. Hatta biraz da zalimce. Ama daha çok kendineydi zalimliği. Kendi ile bu denli uğraşmasını anlayamazdım. Bir zamanlar çok fazla nefret etmişti hayata dair yaşananlardan. Sonrasında sınırlar koymuştu kendine ve ulaşılması gereken hedefler. Katıydı, taviz vermekten hoşlanmazdı. Taa ki bana kapılarını aralamaya karar verene kadar. Onun hayatında büyük değişikliklere neden olduğumu söylemem çok iddialı olur. Çünkü öyle olmadı. Biliyorum ki dünyaya benim penceremden bakmak onun da hoşuna gitmişti. Kendine koyduğu yasakları bir kenara bırakıp, biz olabilmemize kısa bir süre de olsa izin vermişti. Yazılarda bir hayatı paylaştığımızı söylemek abartılı olmaz. Birlikte kurduğumuz hayallerin gerçek olmasını dileyecek kadar sevmiştik birbirimizi.

Oysa bir insana ‘’sen benim gün ışığımsın’’ diyebilmenin sevgiden daha fazlasını gerektirdiğini biliyorum. Güvenle dolu olmalı insanın kalbi. Her ne olursa olsun onun, ışığını söndürmek değil, çoğaltmak için orada olduğunu bilmen gerekir. Her yer karanlıkken bir mum yakmak gibidir güvenmek. Aydınlığını paylaşıp, birlikte çoğalmaktır.

Ganga Aarti Ceremony


Yaktı ve bıraktı küçük mumu Ganj’ın sularına. Mum önce hafifçe yalpaladı, önünü görmekte zorlandı. Öylesine karanlıktı ki etrafı, korkmamak için geri dönüp onun aklına sığınmayı arzuladı. Sonra toparlandı. Kendi aydınlığını fark edince içi güvenle dolu arkasına baktı. Işığının kaynağından yavaş yavaş uzaklaştı. Ve tüm gölgeleri geride bıraktı.   



Keep your face always toward the sunshine - and shadows will fall behind you. Walt Whitman

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder