6 Şubat 2011

Kapadokya'ya Yolculuk 3

2010, Şubat
Dönüş
Bugün dönüş yoluna geçiyoruz. Sabah kahvaltısı için mutfağa indiğimizde kahvaltımız hazır bizi bekliyor. Mutfakta dün akşama göre bir değişiklik olduğunu fark ediyorum. Şöminenin üstünde duran bazı heykelcikler artık orada durmuyorlar galiba. Soframız, yine reçeller, tereyağı, zeytin, peynir ve kuru meyvelerle donatılmıştı . Salih bey bir süre sonra kapıda görünüyor. İlk söylediği şey ''heykellerin yerini değiştirdik fark ettiniz mi? Dün akşam Kaan modern görünen heykellerin duvar resmine uymadığını söyledi. Biz de diğerlerini koyduk.'' O bunu söyledikten sonra gerçekten de fark ediyorum ki şöminenin üstüne, Rafael'in duvar resmi önüne yakışan, daha rönesans dönemi görünümlü üç heykel yerleştirilmiş. Salih bey görüntünün bu son halinden oldukça memnun bizim de fikrimizi almak istiyor.
Kendisi detaylar konusunda çok hassas bir insan. Biz kahvaltı ederken o da barın arkasında bir şeylerle ilgileniyor. Ne yaptığını sorduğumda bana çekmeceleri düzenlediğini söylüyor. Ardından da ekliyor '' insanlar kıl derecesinde titiz olduğumu söylerler.'' Gülüyoruz ve yok o kadar değil diyerek kibar olmaya çalışıyoruz. Fakat Salih bey gerçekten aşırı titiz bir insan.

Kahvaltımıza devam ederken bir yandan da sohbet ediyoruz.

Tekrar yola çıkma zamanı geldi. Salih bey bölgeden ayrılmadan önce bize uğramamız gereken birkaç yer öneriyor. Vedalaşıyoruz. Bizi, yaza doğru terasta kahvaltı etmek için tekrar beklediklerini söylüyorlar. Çok gerçekçi olmasa da ‘’tabi geliriz’’ deyip yola koyuluyoruz.
Soğanlı istikametinde önce Cemil adlı köye uğruyoruz. Burada eski bir kilise varmış. Kaç tarihinde kimler tarafından yapıldığını bilmiyoruz. Arabamızı köy meydanına park ediyoruz. Yaşlıca bir amca yanımıza yaklaşıyor. Ona kilisenin nerede olduğunu soruyoruz. Bizi götüreceğini söylüyor. Önce istemesek de amca bizi can evimizden vurup ‘’size bazı tarihi bilgiler verebilirim.’’ diyor. Biz de ‘’tamam bari nereyi gezdiğimizi bilelim’’ diyerek amcanın peşi sıra kiliseye yollanıyoruz.
Amcaya soruyorum; ‘’amca bu kilise kaç tarihinden kalma?’’ Birkaç saniye duraksıyor. ‘’Çok eski.’’

Biz tarihi bilgiler alacağımızı beklerken, amca bize, kilisenin içinde çocukluğunun geçtiğini söyleyerek orada oynadığı oyunları anlatmaya başlıyor. Biz de dinleyip sorular sormaya devam ediyoruz. Kilisenin içi harabe halini almış. Sicilya’da gördüğüm kiliseleri hatırlıyorum. Tertemiz, iyi korunmuş, hiçbir duvarında tek bir çizik bile olmayan şahane yapılar. Ülkemizde eskiye sahip çıkmak, hele ki kendi dinimizden olmayan eskiye sahip çıkmak neden bu kadar zor?
Amca kiliseye yakın oturuyor. Oraları elinden geldiği kadar temiz tutmaya çalışıyormuş. Bu yapı ile birlikte aslında çocukluğunu ve anılarını da canlı tutuyor besbelli. Onları yıkılmaya, yok olmaya terk etmek istemiyor.
Kilise, iyi korunmamış olmasına rağmen, içine girdiğimiz andan itibaren, kendi şaşalı zamanlarında güzel bir yapı olduğunu düşündürüyor . Kurşunla desteklenmiş tek parça sütunlar, duvarlarındaki ne olduğu çok da anlaşılmayan renkli resimler ve şekiller, sütunlar arasındaki geniş alanı ile insana huzur duygusu veriyor. Amca durmadan anlatıyor. Ama anlattıklarının tarih ile uzaktan yakından bir alakası yok. Bir dizi çekilmiş buralarda. Film ekibiyle ateş yakmışlar bir akşam. Etrafında oturup sohbet etmişler. Anıları böylece devam edip gidiyor.  
Kiliseden çıkıp arabamıza yürürken yağmur başlıyor. Bize eşlik ettiği için amcaya teşekkür edip bahşiş veriyoruz. Önce almak istemiyor. ‘’Çay içersin amca’’ deyince kabul ediyor.
İstikametimiz yol üzerindeki Şahin Efendi köyünde yakın zamanlarda, tesadüfen bulunan eski bir Roma antik şehri Sobesos. Burada kazılar hala devam ediyor. Kazılıp çıkarılan bölgelerin bir kısmı ziyarete açık. Ben kazı alanına ilerlerken görevli arkamdan geliyor ve bana alandaki bazı önemli bölgelerin neler olduğunu anlatıyor. Toplantı salonu olarak kullanılan bölümde Roma döneminden kalma çok güzel yer mozaikleri ortaya çıkarılmış. Bu sefer Zeugma geliyor aklıma. Sobesos mozaikleri Zeugma’dan çıkarılanlar kadar ihtişamlı olmasalar da, bir dönem bu bölgede Roma hükmünün sürdüğünü göstermeleri açısından çok önemliler. Roma yönetiminden sonra burada Bizans da bir kilise inşa etmiş. Asırlar boyunca bu bölgede tarih ve medeniyetler iç içe geçmişler. Anadolu için neden medeniyetler yatağı dendiğini buradaki harbelerde bir kez daha anlıyoruz.
Biz harabeleri terk ederken yağmur hızlanıyor. Kayseri’ye yaklaşık bir saatlik yolumuz var. Bu sefer bilmeden eski yolu kullanıyoruz. Tepeleri aşıp, daracık bir yoldan uçsuz bucaksız gibi görünen bir ovaya doğru yol alıyoruz. Karşımızda Erciyes dağı tüm ihtişamı ile bizi selamlıyor. Bu arada yağmur durup bulutlar aralanıyor. Manzara o kadar güzel ve etraf o kadar sessiz ki, arabayı kenara çekip bu manzarayı fotoğraflıyoruz.

Yorgun argın havaalanına vardığımızda üzerimizde, bir yolculuğu daha tamamlamış olmanın dinginliği var. Uçak rötar yapmış , havaalanının bir CIP salonu yokmuş ve üstümüze dönüş hüznü çökmüş, hiçbiri umurumuzda değil. Gördüklerimizin, fotoğrafladıklarımızın ve hayatlarına şahit olduğumuz insanların varlığı ile dopdoluyuz. Bir sonraki yolculuğa kadar…  
                 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder